aşırı heyecan... kalp hızlanması ve karnımın kasılıp durması. hayır, kelebek yok. saldım onları gökyüzüne.
en güzel kıyafetlerimi giydim, süslendim ve şimdi sevdiğim adamın evine aylar sonra gidiyorum.
derinden bir iç çekerek kapıyı çaldım. o beni karşıladı, güldü ve içeri aldı. mükemmel gidiyordu şu ana kadar. akşam vakti, tok karınlarla bir şeyler atıştırıyoruz. o bana nasıl gittiğini soruyor işlerimin, ben de cevap veriyorum.
ama sanki bir şey var gibi.
sanki biz yıllardır görüşmüyoruz da buluşmuşuz gibi bir gerginlik var aramızda. evine ne zamandan sonra geldiğim için mi böyle gerçekten bilmiyorum... tek bildiğim tuhaftık.
kendi evimmiş gibi, koltukta bacaklarımı kendime çekerek cips yiyorum. o da yanımda gülerek izliyor televizyondaki filmi. romantik sahneler de var fakat aşırı saçma.
sıkılıyorum, yalandan esniyorum, oflayıp pufluyorum... ama o gülmekten bana mısın demiyor. hoş, ben razıyım bu görüntüye. şikayet etmiyorum ama sıkılıyorum.
evi, son geldiğimden bu yana değişmemiş. ledleri mor, tam film izlerken işe yarıyordu. evet, şu anda da etraf mor. gözlerim etrafta güzelce turladı biraz. keşke ailem izin verse ben de odama taktırsam. tek yaşamak güzel olmalı.
"şuna bak... öpüştüler lan," dedi chan. bakışlarım televizyona kaydı ve duraksadım. iyice gerildim ve yavaşça chan'a baktım. dikkatle izliyordu ikilinin öpüşmesini.
"friends to lovers." gözlerim etrafta utançla dolanırken yutkundum. o kadar gerildim ki... üstüne dün konuştuğumuz konuyu söylemişti. "arkadaşlardı... çocuk âşıkmış. bir de istemiyorum diyordu... şu an öpüşüyorlar." yorumunu yaptıktan sonra iç çekince, ona döndüm tekrar.
sıcak oldu.
yandığımı hissediyorum ve bu ortam acayip gericiydi. filmdekiler öpüşmenin sınırını geçmiş, yiyişiyorlardı. inatla da sahne değişmiyordu. chan zaten odaklanmış... sanırım yavaştan kaçma vaktim gelmiş.
"chan..." dedim koluna dokunarak. fırsattan yararlanıp kaslarına değince elimin altında kasıldı birden. hızla bana döndü. "ne oldu?" diye sordu. televizyonun yüksek sesi yüzünden öpücük sesleri odayı kaplıyordu.
"geç oldu... eve mi gitsem?" dedim kıpırdanarak. chan televizyona döndü, sonra yine bana baktı. sesi kısmayı ikimiz de akıl edemedik. çünkü diyorum ya... aşırı gerici bir ortamdaydık.
"aylar sonra gelmişsin, dursana biraz daha," dedi. ama hafiften titremişti sesi, fark ediliyor. o an bedenim de titredi onunla birlikte. ağır ağır nefes alırken, ona kilitlenen bakışlarımı unutuvermiştim. "iyi," dedim ne dediğimi bilemezken.
biraz daha beni süzüp televizyona döndü. gözlerimi kırpıp filme odaklanmaya çalıştım. siktiğimin sahnesi hâlâ geçmezken, ön sevişme başlamıştı. zaten filmi baştan sona izleyemedim, odaklanamadım... bunlar ne ara yaşanıyordu?
chan'ın bana baktığını fark ettim ama ona dönmedim. bu tuhaf hissettirdi. niye sadece kapatmıyor? utanmasa 'porno izleyelim mi minho?' diyecek... ama sorun yok, durumu kurtarabilirim sanırım.
"bunlar da ne yiyişti be..." dedim dalgayla gülüp. chan ciddiyetle güldü ve tekrar odaklandı.
dudaklarımı ısırdım, gerim gerim geriliyordum. "başka bir şey mi izlesek?" dedim ona bakmayarak.
o sırada ikisinden biri inledi.
"bilmem..." diyerek arkasına yaslandı. daha sonra bana baktı. "gitmeden önce sana bir şey söylemeliyim..." dedi ciddiyetle. korkuyla kıpırdandım ve bedenimi ona döndürerek ciddileştim ben de. "neymiş o?"
beni süzdüğünü gördüğüm her vakit bedenim istemsizce kasılıyor ve düşüncelerimde 'nasıl görünüyorum acaba?' sorusu dolanıyor.
chan bana yaklaştığı an bende ipler kesiliyor. sanki beni öpecekmiş de vazgeçmiş gibi. neler olduğunu anlamıyorum ama sanırım bu heyecanla ondan hoşlandığımı ağzımdan kaçıracağım.
filmdekiler nefes nefese kalarak bir şeyler konuşuyor ama odağım başka bir yerdeyken anlamıyordum. chan da duymuyor olmalı ki rahatça konuşuyordu. "ben senin davranışlarını göremeyecek biri değilim. ya da o kadar kör ve hayatsız değilim."
işte şimdi, yarrağı yedim.
"ne demek istiyorsun?" gülerek ona bakarken, o ciddiydi. bu yüzden gülüşüm yavaşça solarken o dudaklarını yaladı. gözlerim oraya kayınca da güldüğünü fark ettim. "bilmiyormuş gibi davranma. dün seni evime davet ettim, bugün seni evime aldım. bu ne demek hâlâ anlamadın mı?" yüz ifadesi umutla bana bakarken, ben sadece düşündüm.
"yani... artık evine birilerini alacaksın demek mi?"
"hayır, aptal." küçük sırıtışıyla tekrar konuştu. "çok fenasın..." dedi son kez.
ve beni öptü.
yüzüme usulca yaklaştı, kapandı. dudakları benimkiyle buluşunca bir süre bekledi.
şu an ne yaşanıyor? ciddi soruyorum... ya da yaşanıyor mu bunlar?
gözlerimi kırpıp kendime gelene dek geri çekildi. tepkimi ciddiyetle izlediğini fark ettim. "istediğin buydu değil mi?" dedi hafifçe gülerek. yutkunup bakışlarımı kaçırdım. utanmaktan ziyade düşünüyordum. gerçekten her şeyi biliyormuş.
"iki saattir nasıl başlasam diye düşünüyordum... bir cesaret oldu işte hepsi," dedi tamamlamak için. istemsizce yan ağız gülerken beni inceliyordu. hoşuma gitmişti aslında. neden biraz daha durmadı ki?
"yani... friends to lovers?" diye soruyorum. o da kafa sallıyor. "friends to lovers."
ve tekrar beni öpüyor.
filmdekilerin seviştiğini daha yeni anlıyorum, çünkü kulaklarımda bizim öpüşlerimiz haricinde yüksek sesli inlemeler vardı. umursamadım.
derin bir öpüşmenin içinde olduğumu bilerekten gülüyorum. ama en çok gururla gülüyorum, çünkü onun ilgisini çekmeyi başardım. çabalarım sonuç verdi.
-
ortama gel
me and who