Bölüm 1 | Gerçek Sanılan Yalanlar

10 9 1
                                    

Görünecekler görünür göze, görünemeyenler alınır bize.
Olacaklar tekdüze,
korkacaksan başlama bile.

BARIŞ DİYARİ POLAMANDRO'NUN KRALI VİNCENT CRAWSTONE HAYATINI KAYBETTİ.

Spiridonium Diyarı bu haberle çalkalanıp duruyordu. Her ne kadar üzerinden birkaç hafta geçmiş olsa da Kral Vincent'ın bu ani ölümü herkesi şaşırttmıştı. Polamandro Krallığı'nda büyük bir acıya sebep olmuştu. Bununla beraber akıllarda birçok soru dolanıyordu. Kraliçe Saira neredeydi? Krallığın başına kim geçecekti? Prenses İsra'ya yapılan suikast söylentisi doğru muydu? Kral gerçekten de bir kaza sonucu mu ölmüştü?

Bardağımdan bir yudum daha kahve almaya yeltenmiştim ki bittiğini farkettim.
Kurgumu bitirmiş sayılırdım. Birkaç bölüm hazırdı bile. Fakat birkaç şeyin hala eksik olduğunu hissediyordum. En önemlisi de finali nasıl bitirecektim?

Yaklaşık iki saattir masamın önündeki bilgisayar ve bir düzine kağıtla cebelleşmiştim ama bir türlü olayları devam ettirememiştim. Daha önce bunu birkaç kez yaşadığım olmuştu. Kendimle inatlaşmaktansa şimdilik kurguyu bıraksam daha iyi olurdu. Tatlı bir yorgunlukla, savaş alanına dönmüş masamdan başımı kaldırdım. Odam güneş ışınlarıyla dolup taşıyor, sarı renkli duvar kağıdımdaki tuvallerim bir fotoğraf karesiymiş de beni içine çekecekmiş gibi capcanlı duruyordu. Kitaplığımdaki kırmızı ciltli kitabım bir mücevhermişçesine parıl parıl parlıyor, adeta beni oku diye bağırıyordu. Sınavlarımın bitişini en sevdiğim serinin son kitabını okuyarak kutlayabilirdim ama öncesinde biraz yemek yesem iyi olacaktı. Kitabımı yazarken zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyordum ve bu süre zarfında karnım fena halde acıkmıştı. Kitabı okumak için sabırsızlanıyordum, aceleyle mutfağa gidip ayaküstü bir sandviç ve yanına bir bardak meyve suyu hazırladım. Tam yemeğe başlamıştım ki telefonum çaldı. Bu en yakın arkadaşım Shylee'den başkası değildi. Telefonu açar açmaz sesi odada yankılandı. "Hadi ama kızım, on dakikadır seni bekliyorum, nerede kaldın? Film başlamak üzere." Shylee'nin sinirli sesi odada yankılanırken onunla yeni çıkan filme gideceğimizi yeni hatırlamıştım, haftalardır kitap yazmak için ders çalışacağım bahanesiyle onu ekmiştim ama bu sefer söz vermiştim. "Hemen geliyorum. Otobüs bugün erken kalkmış, yetişemedim." diyerek apar topar telefonu kapattım ve hazırlanmaya başladım. Siyah tişörtümün üstüne hemen koyu yeşil gömleğimi geçirdim. Belime kadar gelen koyu kahverengi saçlarımı at kuyruğu toplayıp boynuma en sevdiğim kolyemi taktım. Dışarı çıkar çıkmaz yüzüme çarpan rüzgarla kısa süreli bir şok geçirsem de artık üstüme ceket almak için çok geçti. Koşturarak ana caddeye doğru ilerledim. Otobüsü bekleyecek vaktim yoktu. Hemen bir taksiye bindim ve alışveriş merkezine doğru yola koyuldum. Hava hafiften kararmaya, ay yavaş yavaş belirmeye başlamıştı. Günün bu zamanlarını çok severdim. Bana kararmış olan bir ruhtaki ne olursa olsun hala o capcanlı duran yaşama isteğini hatırlatırdı.
Taksinin durmasıyla gerçek dünyaya geri döndüm. Ah, yine düşüncelerimin içinde kaybolup gitmiştim.

Şoföre ücreti ödeyip hızlıca araçtan indim
ve alışveriş merkezinin sinema bölümüne doğru yürümeye başladım. Saate baktım, film başlayalı birkaç dakika olmuştu. Gişelerin önüne doğru ilerledim ve görevli adama koltuk numaramı söyledim. Shylee'yle birkaç gün önce gelip en arkadan iki koltuk ayarlatmıştık. Biletler Shylee'deydi. Taksideyken bana biletleri görevliye verdiğini koltuk numarasını söylememin yeterli olacağını dair mesaj atmıştı bunun üzerine numarayı görevliye söyledim fakat koltuğun başka biri tarafından alındığını söyledi. "Bakın Beyefendi, arkadaşım sarışın kıvırcık saçlı, orta boylu bir kız ve az önce size biletleri verdiğine dair bana mesaj attı." sinirli tavrıma karşın sinema görevlisi adam sakin bir şekilde, dalga geçermiş gibi "Tam da tarif ettiğiniz gibi bir bayan film başlamadan önce yanında bir arkadaşıyla iki koltuğu ayırttıklarını zaten söyledi. Şu an koltukların ikisi de dolu." görevlinin dedikleriyle iyice hiddetlendim ve önceden ayarladığımız koltuklara en yakın boş koltuk için bir bilet aldım. Koşturarak girdiğim karanlık salon koridorunda az kalsın düşecektim. Salona girdim, düşmemek için yavaşça koltuğuma doğru yürüdüm. Gözlerim Shylee'yi arıyordu. Gördüğüm manzarayla ikinci bir şok daha geçirdim. Shylee ve erkek arkadaşım birbirlerine sarılmış, gayet samimi bir şekilde sohbet ediyorlardı. Görüş mesafelerine girdiğimde erkek arkadaşım Max beni görür görmez suçlu ve şok olmuş gözlerle bakarken aksine Shylee kazanan benim dermişçesine pişkin bir şekilde sırıtıyordu. Bir süre gördüklerimi sindiremedim fakat buradan derhal gitmem gerekiyordu. Daha fazla bu iğrenç ortamda durup kendimi de kirletemezdim.

Buz gibi havada sokak sokak yürüdüm. Kalbimden bu acıyı atmadan eve geri dönmeyecektim. Yaşadığım süre boyunca birçok ihanete uğramıştım. Yıllardır alıştığım bu olay sürekli farklı bir şekle bürünüp benimle oyunlar oynuyordu. Bundan bıkmıştım, güvenimin boşa çıkmasından, her gece ya bana yalan söylüyorsa diye uyuyamamaktan bıkmıştım. Ama yine olmuştu, artık eskisi kadar acı vermiyordu da..

Sadece küçük bir sızı, kimseye güvenmemem için bana uyarı veren aptal bir sızı daha. Tenime değen ufak yağmur damlaları sanki içimdekileri çekip çıkarıyor, ruhumdaki acıyı alıp götürüyordu. Deli gibi üşüyordum ve fazlaca yorulmuştum. İrili ufaklı çam ağaçlarının arasındaki bank çöldeki bir serapmışçasına gözüme ilişti. Beklemeden oturdum, üstüm ıslanacağı kadar ıslanmıştı zaten. Telefonun yine o sinir bozucu sesi sokakta yankılandı. Bu erkek arkadaşım Max'ti. Yaptıklarından sonra yüzsüzce beni araması sinirimi bozuyordu. Aklıma gelen o düşünceyle rahatladım, artık benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. İşte insanların hayatımdan çıkma süresi bu kadardı. Bir iki saniye, göz açıp kapayıncaya dek geçen o zaman dilimi... Telefon bir süre çaldı. Bir daha arayacağına emindim, inatçı aptalın tekiydi. Her zaman öyle olmuştu. Bunu neden farkedememiştim. İşte şimdi de ihanetten sonraki o an başlıyordu. Yaşantıların gözünün önünden geçtiği, seni nasıl manipüle ettiklerini, acımasızca arkandan kazdıkları kuyuları anladığın o an...

Uzunca bir süre sokak lambalarının ışığı altında turuncuyu andıran renkteki evlerin oluşturduğu manzarayı seyrettim. Kendime engel olamayarak yine düşünmeye başladım, acaba o evlerin içinde neler oluyordu? Krem rengi evin camındaki küçük kız siluetini görünce içim huzurla doldu, mosmor bir elbisenin içinde bir prenses gibiydi ve doğum günü için alınan hediyeleri açmakla meşguldü. Yüzündeki o masum gülümseme beni küçüklüğüme götürüyordü.

Sekizinci yaş günüm, o günü hiç unutamam. Yuvama kavuştuğum gün, yeni bir evde beni seven yepyeni insanlarla yeni bir başlangıç yapmıştım. Aynı o küçük kız gibi büyük bir heyecanla hediyelerimi açtığımı hatırlıyorum.

Bu anı beni huzurla doldurmuştu ama anlam veremediğim bir şekilde kalbimdeki acı daha da artmıştı. İki yıl önce onları bir trafik kazasında kaybettiğimde uzun süre kendime gelememiştim. Tek yaşama sebebim onlara söz verdiğim gibi herkese örnek olacak başarılı bir insan olma çabamdı. Hiçbir zaman gerçek ailemi tanıyamamıştım. Yetimhanedeki görevliler şans eseri bir sokakta karşılarına çıktığımı söylerlerdi. Donmak üzere olduğum bir kış günü beni bulmuşlardı. O gece deli gibi ağladığımı tüm gece uyuyamadıklarını ama gelişimle yetimhanenin bir anda değiştiğine, çocukların yeni ailelerine kavuşmasını sağladığıma inanırlardı. Anılarımdan bir anda sıyrıldım. Kafamda delice bir ses yankılanmaya başladı. "Zamanı geldi. Dön artık ait olduğun yere yoksa her şey tepetaklak olur yine." Bu anlamsız sözler kafamda tekrar tekrar yankılanıyordu. Zar zor oturduğum yerden doğruldum. Kafamdaki bu sesten kurtulmam gerekiyordu. Tam adımımı atmıştım ki yer ayaklarımın altından kaydı ve dört bir yanım karanlığa büründü.
.
.
.
.
.
Bir yıl sonra kitabı yayımlama cesaretini yeniden buldum. Umarım yine yarı yolda bırakmam. Bir sonraki bölümde görüşmek üzereee!!!

GÖRÜNMEYENLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin