Bölüm 1 - "00:00"

6.7K 416 494
                                    

On iki sene...

Gökhan, bir metrecik boyu ve kısacık şortu ile hayatıma gireli tam on iki sene olmuştu. Ali ile beni öpüşürken görüp, bizimle artık konuşmak istemediğini söyleyeli ise on iki saat...

Kaç dakikadır Gökhan'ın dairesinin önünde duruyordum... Kaç kere onun duymayacağı özürler savurmuştum boş aparman koridorunda... Tepemdeki otomatik ışık kaç kere yanıp sönmüştü... Kaç kere Gökhan'ın benden nefret ettiğini düşündüğüm için ağlamıştım... Sayamadım.

Arkadaşlarımı ne kadar çok sevdiğimin hep farkındaydım. Sevgim zaman zaman içimden taşacak kadar büyür, bazen kendi kendime sevgiden şımarırdım. Onlarla büyüdüğüm için şanslı hisseder, bazen kendimi bile kendimden kıskanırdım. Ama o an, çocukken aşındırdığım merdivenlerde oturup ağlarken ilk kez bir arkadaşımı kaybettiğimi hissediyordum. Alışık olmadığım o his, enseme dayanmış bir bıçak gibi içten içe paramparça ediyordu beni.

Usulca yanaklarıma vurup, hayali özür konuşmamı Gökhan'ın yüzüne yapabilmek için cesaretimi toplamaya çalıştım. Ali biraz beklememiz gerektiğini düşünse de, dayanamamıştım işte. Kendimi, sevgilisinin kapısına dayanan bir aşık gibi Gökhan'ın kapısında buluvermiştim farketmeden.

Kapının önünde zile basmak için kendimi sakinleştirmeye çalışırken, iki çift ayak basamakları döver gibi sesler çıkararak benim olduğum kata doğru tırmanıyordu. Belki karşı komşuydu, belki herhangi bir daireye gelen misafirlerdi... Hali hazırda zaten tüm vücudum gerginlikten sekiz kere yüz germe ameliyatı olduğu için alnı ensesine inen büyük teyzemin suratına döndüğü için bu ayak sesleri ile istemsizce titredim. Gelenler rahatça geçebilsin diye yoldan çekilmek istedim ama aklım düzgün çalışmadığı için kenara çekilmek yerine evin kapısının önüne çömdüm. Alnımı dizlerime yaslayıp, gelenlerin beni çöp sanmasını umarak oturduğum yerde içime içime küçüldüm.

"Yaprak? N'apıyorsun orda?"

Sinan'ın sesini duyduğum an kafamı kaldırdım panikle. Ona aşağıdan baktığım için kocaman görünen gövdesi, şaşırdığında çizgi film karakteri gibi görünen yüzüne tezattı. Bir bölümde mutasyona uğrayan ve kocaman olan Tweety gibi görünüyordu.

Sinan'ın yanında duran Oğuz ise, bukleli sarı saçları ve küçük cüssesi ile direkt Tweety'nin kendisi gibiydi. Kafasını yana atıp, "Sorunlarımızı böyle çözmek için fazla büyüdük Yaprak," dedi. Ceplerindeki ellerini çıkarıp, bana uzattı. "Kalk hadi."

Bana uzanan ele tutunup usulca ayağa kalkarken, Sinan Oğuz'a döndü merakla. Ben yükseldikçe normal boyutuna kavuşuyordu. "O ne demek oğlum? Hangi sorunu böyle kapıya çömerek çözüyordu ki" diye sordu masumca. Ancak Oğuz'un cevabı, Sinan'ın içindeki bütün masumiyeti öldürür cinstendi.  "Nasıl ya," dedi gülerek. "Siz de küçükken sinirlendiğiniz komşuların ayakkabılarına işemiyor muydunuz?"

"Pislik herif ya," dedi Sinan yüzünü ekşitip. "Benim ayakkabıma da işedin mi hiç doğru söyle?"

İkisi kendi arasında yine dünyanın en yersiz muhabbetini ederken, göğsümdeki ağırlık büyüdü. İstemsizce, bu saçma sohbetlerin uzağında bir hayat yaşama fikrinin ne kadar korkutucu olduğunu düşünmeye başladım.

"Altı yaşındayken bir gün sana bedava dondurma çıkmıştı hatırlıyor musun" diye anlatmaya devam etti Oğuz. "Sana çok ayar olmuştum. Niye bana çıkmıyor da bu sığıra çıkıyor diye... Altı yaşında falandık. Gelip senin ışıklı ayakkabına işemiştim."

"Kinci orospu çocuğu! Sırf şanslı diye ayakkabısına işenir mi lan bi insanın?!" Sinan, Oğuz'un yakasına yapışırken sanki o eller benim boğazımı sıkıyormuş gibi hissettim. Nefesim giderek kesiliyordu. Sırtımı usulca kapıya yasladım. Daha önce hiç hissetmediğim bir panik, hiç olmadık bir anda vurmuştu beni. İkisine aklımdan geçenleri ve panikten bayılmak üzere olduğumu çaktırmamak için, "Evet ya aynen," dedim nefes almakta güçlük çekerken.

4N1K - 3Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin