-1-

22 5 4
                                    

O günü hatırlıyorum da yağmurlu bir aralık gecesiydi. Şatonun çıkış kapısına kadar uzanan koridoru yalnızca loş mum ışıkları ve çakan şimşekler aydınlatıyordu. 15 yaşıma basacağım gece, taht için tehlike arz ettiğim gerekçesi ile abim Jungkook tarafından suikast girişimim düzenlendi. En tatlı rüyalarımdan, abimin en güvendiği askeri; Yarbay Yoongi tarafından uyandırıldım. Tek kelime etmedi bana. Elime bir valiz tutuşturduğu gibi koşturmaya başladı benimle, o sessiz sakin koridorda. Yüzündeki korku dolu ifadeyi hissedebiliyordum. Konuşmak istedim. Neden sıcacık, ipek yorganlarla donatılmış yatağımda uyumaktansa gecenin bir yarısı bu koridorda koşturduğumuzu sormak istedim ona. Lakin tek bir kelime çıkmadı dudaklarımın arasından. Uslu bir çocuk olup takip ettim onu. Şatonun kapısından çıktığımızda beni çoktan hazır olan ata bindirdi. Min Yoongi'yi iyi tanırdım. Soğuk kanlı, abimden başka kimseden emir almayan, acımasız bir askerdi. Tıpkı diğerleri gibi. Faytonucunun kulağına fısıldadığı kelimeler, şu kısacık ömrümde ilk defa yanıldığımı fark ettirmişti bana.

"Prens Jungkook'un gözünü taht sevdası bürüdü. Babasının hastalığını fırsat bilerek, küçük kardeşine suikast girişiminde bulunacak." dedi. Konuşmasında devam edemiyor gibiydi, bu yüzden yutkunuverdi. "Onu buradan olabildiğince uzağa götür. Eğer Jimin'in başına bir şey geldiğini öğrenirsem ertesi gün o halatları tutan ellerine veda ettiğine emin olacağım."

Korkmaya başlıyordum, bunu inkar edemezdim. Yalnız korktuğum şey Min Yoongi miydi yoksa o saniye içinde bulunduğum hadise mi bundan tam olarak hiçbir zaman emin olamadım.

Ertesi gün, tıpkı onun istediği gibi güvenli bir yere ulaştırıldım. Faytoncu, beni eski bir aile dostunun serasına bıraktı. Böylece 15. yaşıma, henüz çiçek açan nar fidanları ile beraber girdim. Şimdi düşünüyorum da, ne çok benziyormuşum o minik çiçeklere. Hayatımın daha baharında, büyüyüp insanlara karışmayı bekliyordum heyecanla.

Park ailesi uyandığında, sevgi ile karşıladı beni. Yıllardır kucaklarına almak için binbir türlü yol denedikleri bebeklerinden farkım yoktu onların gözünde. İlk kez onların yanında değerli hissettim ben. Politikadan, entrikadan uzak bu sessiz dağın tepesinde ilk kez insan olduğumu fark ettim. Doğduğundan beri halkın gözü ve dilinden düşmeyen Kim Jimin olmaktansa yalnızca birbirlerine ve bu küçük seraya sahip olan ailenin yanında Park Jimin olmayı tercih ettim. Babamın gözünden düşmemek için saçlarımı okşayan annem, kendi emelleri içerisinde boğulmuş abim ve hasta yatağındaki babam... Hiçbiri istediğimi vermedi bana.

Evet, küçüktüm. Fakat bu aptal olduğum anlamına gelmiyordu. Gözüm her zaman açıktı, çevremde olup biten hiçbir şeyi kaçırmamıştım. Ben halkımı gerçekten sevdiğim için aralarına karışırdım, abim ise tahtı garantiye almak için. Ben büyüdükçe, arzularım da benimle büyüyüp, alevlenmeye başladı. Olgunlaşıyordum, haliyle aldığım kararlar da. Toplantılara katılmak istedim, böylece yaptığı bütün yanlışları yüzüne vurabilirdim. İzin vermedi. Bense direndim. En sonunda girebildim aralarına.

Samimiyetsizlikleri zehir gibi kanıma karışırken kendime söz verdim: Asla onlar gibi olmayacaktım. Şeref yoksunu bir lider olmaktansa ölmeyi yeğlerdim. Nitekim abim de benimle aynı düşünceye sahip olmalı ki daha 15 yaşıma bile basmamışken beni uykumda öldürmesi için ülkenin en dişli suikastçisiyle gözünü dahi kırpmadan anlaşıverdi. Ne komik ama.

Hal böyleyken, huzuru onların yanında bulmak en doğal hakkımmış gibi hissettiriyor. Kraliyet ailesinin yaptığı tek şey, masumların gözünü boyamak. Ben de gözümün boyanmasına razı oldum. Şimdi 22 yaşındayım ve gerçekten halkın bir parçasıyım. Gerçek benliğim hiçbir zaman umurumda olmadı, anne ve babamla hiç olmadığım kadar mutluyum. Birde peşimi bırakmayan düşüncelerimle tabii.

nobleman - yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin