-3-

15 3 3
                                    

Yoongi'nin ağzından

Dediğim gibi olmuştu. Saraya adımımı atar atmaz; Prens beni yanına çağırıp, neden bu kadar geç kaldığımı sorgulamıştı. Ona karşı dürüst oldum, gerçekten oraya gelip saatlerce sırasını bekleyen herkesi tek tek dinlemek istemiştim. Evet, bu imkansızdı ama planladığımız kadar kısa kesmeme de gerek yoktu.

Jungkook, odanın içerisinde volta atarken bana döndü sert bakışlarıyla. Sanki olabilirmiş gibi biraz daha dikleştirmeye çalıştım duruşumu. "Yani sana gelen herkesi dinledin ve raporlarını tuttun, öyle mi?" Aynen öyleydi. Onaylarmışçasına başımı salladım. "Tam da dediğiniz gibi, majesteleri. Hatta izin verirseniz, tuttuğumu raporu da paylaşmak isterim sizinle" Üniformamın cebine elimi attığımda, Prens buna engel oldu.

"İstemiyorum raporunu dinlemek falan. Kafam ziyadesiyle doluyken birde bunlarla uğraşamam... Zaten bu etkinliğin niçin düzenlendiğini en iyi sen biliyorsun. Böyle gereksiz bir şey için bu kadar çaba harcamanı istemiyorum yarbay. Sen bana lazımsın."

Saygıyla eğildim karşısında. Lazımdım tabii. Ona böylesine itaat edecek başka kimi bulacaktı? Ne de olsa, diğer askerlerin hepsi yatalak da olsa Kral'a hizmet ediyordu. Evet, Jimin'i ortadan kaldırdığı için tahtın tek varisiydi kendisi. Yani eninde sonunda ona hizmet edecekti herkes. Yine de korktuğunun pekâla farkındaydım. Bir gün küçük kardeşinin ortaya çıkabilecek olma düşüncesi, ona kafayı yedirtiyordu.

Daha önce de dediğim gibi koltuk sevdası onun gözünü bürümüştü ve her geçen saniye onu daha da zalim bir adama dönüştürüyordu. Kelimelere dökmek zor geliyordu, bu tanıklık ettiğim değişimi. İlk zamanlarda bu, sadece masum bir istekti. Kardeşini gerçekten seviyordu ve zihninin en ücra köşelerinde dahi ona zarar vermek gibi bir fikir yoktu. Sonrasında ona olan nefreti, bir çığ gibi büyüme başladı. Önüne gelen, ona engel olmaya çalışan her şeyi alıp götürdü. Ben ve asıl hedefi hariç.

"Elbette majesteleri, siz nasıl isterseniz." Eski konumuma geri döndükten sonra gözlerine baktım. "Eğer bana söyleyeceğiniz başka bir şey yoksa izninizle odadan ayrılacağım." Tek bir kelime etmedi. Eliyle kapıyı gösterdi kovarmışçasına. Sahiden sinirleri bozulmuş olmalıydı. Selam verip sessizce ayrıldım odadan. O boğuk odadan kurtulmak, ciğerlerimin temiz havaya ne muhtaç kaldığını fark ettirmişti bana. Derin bir nefes çektim içime.

Bir haberdim saatin kaç olduğundan. Ancak kendimi sarayın bahçesine atıp, patika boyunca ilerlerken yolu aydınlatan lambalar bana bir fikir verdi. Saat 22.00'den önce hiçbiri açılmazdı. Dolayısıyla, yeni güne girmiş bile olabilirdik.

Kendime itiraf etmekte zorlansam da, uzun süre sonra ilk kez iyi hissediyordum. Bir çok hatam olmuştu zamanında. Pek sevecen bir insan da sayılmazdım. Aksine insanlar beni, düşünmeden dudaklarımın arasından dökülen zalim kelimelerle tanırdı. Bu yönümü değiştiremezdim ama daha iyi bir insan olmaya çalışabilirdim. Kendim için değil, vatanım için. Ömrüm boyunca, gereğinden fazla düşünmüştüm zaten kendimi. Sıra bazı şeylerden ödün vermekteydi.

Arkamdan, tok bir ses "Yarbayım" dedi. Onu nereden duysam tanırdım. Arkamı dönme ihtiyacı duymadım bu yüzden. Anlamışçasına konuşmaya devam etti. "Neden odanıza çekilip dinlenmiyorsunuz? Bugün gereğinden fazla yoruldunuz."

"Umurumda gibi gözüküyor mu sence? Her şeye bu kadar karışma, daha önce de uyarmıştım." Taehyung, sessiz kaldı. Kırılıp kırılmadığını ölçmek istermişçesine göz ucuyla esmer olana baktım. Yüz ifadelerinde pek bir değişiklik yoktu. Yutkundu.

"Pekâla, kusura bakmayın. Bazen haddimden fazla müdahale etmeye çalışıyorum size. Beni erkenden uyardığınız için teşekkür ederim." Yüzbaşını severdim, benim için değerliydi. Mesai saatleri dışında iki dost sayılırdık.

Böyle düşünmeme rağmen, neden ona bu kadar sert çıkışmıştım bilmiyordum. Arkamı döndüm yavaşça. Oturup, benimle bir şeyler konuşmak istediği barizdi. Asker olmasına rağmen bazen mimiklerini kontrol etmekte zorlanabiliyordu.

"Odama geçmek ister misin?" diye sordum soğuk havaya karışan sesimle. Sanki bunu bekliyormuşçasına başını salladı hızlı hızlı. "Eğer size rahatsızlık verme-"

Sözünü kestim. "Eğer böyle düşünecek olsam neden seni davet edeyim, budala? Daha fazla asabımı bozmadan takıl peşime, çabuk." Kaldığım odaya doğru ilerlerken, Taehyung keyifli bir ses tonuyla konuştu.

"Yarbayım beni cidden kıramıyorsunuz." Görmeyeceğini bilmeme rağmen göz devirdim. Fikrimden vazgeçesim gelmişti, tam da şu an. Sıcacık yatağımın içerisine kıvrılıp uyumak, bu aptal yüzbaşı ile sohbet etmekten daha makul geliyordu şu dakikalarda.

"Beni kararımdan caydırmaya çalışıyorsan doğru yoldasın, böyle devam et. Ama yok, ben gerçekten gelmek istiyorum diyorsan da çeneni kapıyorsun ve biz varana dek tek bir ses çıkartmıyorsun."

Bu dakikadan sonra tam da istediğim gibi Taehyung'un nefes alış sesini dahi duyamıyordum. Arkamdan pıtı pıtı ilerliyor ve tahminimce gökyüzünü izliyordu. Kaldığım küçük odaya vardığımızda önce onu içeri geçirdim. Masaya geçmesini işaret ederken, bir yandan da köşeye sıkıştırdığım mumu arıyordum. En nihayetinde onu bulduğumda yavaş adımlarla geçtim masaya. Cebimdeki çakmakla mumu yaktım. Masanın tam ortasına koyarak etrafın aydınlanmasına izin verdim.

"Yarbayım, bugün çok havalıydınız!" Dudaklarımın arasına yerleştirdim, iç cebimden çıkarttığım metal kutudaki sigarayı. Karşımda duran bedenin odak noktası değiştinde, metal kutuyu ona uzattım ikram edermişçesine. Zevkle kabul etti. Az önce mumu yaktığım çakmakla şimdi sigaramı ateşe verirken boğuk çıkan sesimle konuştum.

"Evet, Taehyung. Sadede gel." İçine çektiği dumanı serbest bırakırken, dirseğini masaya yasladı. "Yani ben... Merak ediyorum." Kaşlarım çatıldı istemsizce, ne anlatıyordu bu?

"Neyi?" Parmaklarımın arasındaki zehiri yavaşça sağa sola döndürdüm. O ise ağzından dökülmek üzere olan kelimelere izin verip vermeme konusunda tereddüt içerisinde gibiydi. Merakımı kazanmıştı, şimdi tüm dikkatim onun üzerindeydi.

"Jimin'i, pardon Prens Jimin'i tüm gün boyunca beklediniz. Evet, belki beni aşan bir konu ama..." Küllüğe sertçe bastırarak söndürdüğüm sigara, onun da susmasını sağlamıştı. Bir an da kalkıp bunu sorgulaması çok mantıksızdı. Hele ki nedenini yeterince iyi biliyorken.

"Beni hayal kırıklığına uğrattın, Taehyung." Dudaklarını ısırdı. Pişmanlığı, koyu kahverengi harelerinden anlaşılıyordu. "Bunu zaten bildiğini düşünüyordum. Beni yanıltmakta üstüne yok." Ayaklandım. Bir yanım onu güzelce azarlamak istiyorken başka bir yanım da buna dur diyordu. O da meraklıydı, tıpkı Jimin gibi. Bu yüzden sesimi çıkartmadım.

"Neyse, odana çekil artık. Saat geç oldu." Esmer olan bir süre daha bana baktı. Sonunda ayağa kalktı yavaşça ve odadan sakince ayrıldı. O gittikten sonra kapıyı kapattım. İçerisinde bulunduğum üniforma, boğuluyormuş gibi hissettirirken bir çırpıda kurtuldum ondan. Pijamalarımı giydiğim gibi yatağa oturdum. Saat neredeyse 01.30 olmuştu.

Nedense uyku hep en ihtiyacım olduğu anda uzaklaşıp giderdi benden. Baş ucu kitabımı kucağıma çektim bu yüzden. Parmaklarımı eskimeye yüz tutmuş sayfaların arasında dolaştırırken zihnim tamamen başka yerdeydi.

Son zamanlarda odaklanma konusunda çok büyük bir problem yaşıyordum... Bir kaç sayfa okudum kendimi zorlayarak. Sonrasında sert bir şekilde kitabı kapatıp, eski yerine koydum tekrar.

Yorganımın altına sinerken düşündüm. Yarın ilk iş Teğmen Yeonjun'u, seraya gönderecektim. İlerleyen saatlerde Jimin'in ne yaptığını bilmeye ihtiyacım vardı. Tahtın en önemli varisi, geleceğin kralı emin olmalıydı. Bunu üstlenmek de benim en temel görevimdir.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 06, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

nobleman - yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin