-1-

32 1 5
                                    

Jeon Jungkook'un güncesinden;

15.03.2017

"Odamda sessiz sedasız oturuyorum. O ise içeride televizyon izliyor. Yüzü çok güzel, Yunan heykelleri canlı olsa onları kıskandıracak derecede güzel. O benim en yakın arkadaşım, çocukluğumuzdan beri yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez. O zamanlar da çok güzeldi yüzü. Her gören 'Bu çocuk büyüyünce çok yakışıklı olacak.' derdi. Onu her zaman kıskanmıştım. Ailesi ona mükemmel davranırdı. Bir çocuğun isteyebileceği en iyi aileye sahipti. Ben ise kavga gürültü içinde büyümüş bir çocuktum. Annem ve babam ne kadar kavga etseler de asla boşanmazlardı. O yaştaki hiçbir çocuk istemezdi ailesinin ayrılmasını fakat ben istiyordum. Sadece gerçekten huzuru yaşamak istiyordum.

Okuduğum bütün kitaplar, izlediğim bütün filmler, gittiğim bütün şehirler, tanıdığım bütün insanlar... Hepsinin bana öğrettiği çok şey var. On iki yaşındayken okuduğum bir kitapta huzur, gökyüzünde diyordu. Çatı katındaki ufacık odamın penceresinden gökyüzüne bakmıştım, uzun uzun izlemiştim ama o huzuru görememiştim. On beş yaşındayken izlediğim bir filmde huzur, geriye dönüp bakmadığındadır, diyordu. Bir süre geriye dönüp bakmadım ama huzuru yine hissetmedim. On yedi yaşımdan sonra değiştirdiğim bütün şehirlerde huzuru aradım ama şehirlerin karanlığı beni daha huzursuz hissettirdi. 

Tanıdığım bütün insanlar, huzuru benden söküp aldılar ve huzursuzluğu daha çok tatmamı sağladılar. 

Fakat o hep yanımda oldu. Anaokulunda tanıştık ve iyi arkadaşlar olduk. O bana her zaman bir arkadaş gözüyle baksa da benim ona bakışlarım gittikçe farklılaşıyordu. Gözüme normalden daha güzel görünüyordu. Onu her daim yanımda istiyor, zambağı andıran kokusunu her an solumak istiyordum. Aşk ve arkadaşlık arasındaki savaşta ilk ölen ben oluyordum. Şuan, bu sayfayı doldurduğum dakikalar içerisinde onu sarıp sarmalayamamak canımı sıkıyordu. Benim arkadaşımdı o, sadece arkadaş. Bir insanın en yakın arkadaşına hisler beslemesi ne kadar doğruydu? Emin değildim. Onu sadece düşünmek bile kafamı bulandırıyordu. 

Saat gece bir buçuk. O aşağıda sessizce binlerce kez izlediği filmi tekrar sıkılmadan izliyor, Titanik. Ben ise içinde bulunduğum karanlık odada, gökyüzündeki ayın ufak yansımalarıyla kalın defterimin sayfalarını dolduruyorum. Düşüncelerimi ona dökemiyorum, bu kalın, sayfaları yıpranmaya başlamış deftere dökebiliyorum. Biliyordum ki; Bu defter sürekli bende kalacak, gizli kalacak. Her ne kadar buna dayanamasam da bunu sürdüreceğim. En azından ona açıklamaya hazır olana kadar. 

Şu an odamın kapısı çalınıyor. Bu defteri kapatıyorum."

-Jeon Jungkook

... 

"Gelsene, biraz ramen yaptım." Elimdeki kalemi ve defteri bir çırpıda yanımdaki çekmeceye koyarken gülümsedim ona doğru. Yukarıya doğru katlanmış olan gri tişörtümü düzelttim ve yanına adımladım. Kolumu onun omzuna atarak kendime onu çektim ve saçlarını karıştırdım. Biz merdivenlerden inerken o bana Titanik filmiyle alakalı şeyler anlatıyordu. "Bunu söylemekten asla sıkılmayacağım, DiCaprio feci yakışıklı Jeongguk!" Yüzüne baktım, etrafa ışıltı saçan gözlerine odaklandım bir süre. Çok güzel bakıyordu. Sırıttım ve kolumu omuzundan çekerek önden adımladım mutfağa doğru. "Hiçte bile, ben daha yakışıklıyım." 

Yanıma geldi ve tezgaha oturdu. Bu alışkanlığını seviyordum. Ne zaman beraber mutfağa girsek o tezgaha otururdu, ben ise onun önüne geçip kollarımı onun iki yanına koyardım. Tıpkı sevgililer gibi... "Hadi oradan be! DiCaprio herkesi eler." Yalancı bir üzüntüyle dudaklarımı büzdüm ve sesimi değiştirmeye çalıştım. O benim yüzümü gördüğünde gülmeye başlamıştı. "Deme öyle kırılıyorum." Kıkırdadı ve kollarını omuzlarıma yerleştirdi. O an kalbim sıkışacak gibi olmuştu. Derin bir nefes vermeme sebebiyet vermişti bu hareketi. Büyük bir sevgi vardı içimde ona karşı. Kendimi bir bitki gibi hissediyordum; güneşi ve suyu olmadan yaşayamayacak, yaşamayı o suya ve güneşe adamış bir bitki. Benim suyum ve güneşim, tam karşımda duran esmer bedendi. Hayatımı ona adamıştım ve o olmazsa ne yapabileceğimi kestiremiyordum. Belki kendimi paralardım, belki kendimi bir kozaya kapatıp gerçekten çıkmaya hazır olana kadar o kozada yaşardım. Tanıdığım bütün insanlar bana sokak lambaları sönmüş karanlık yollar gösterirken; o, karanlık sokakları hiçbir ışık kaynağına ihtiyaç duymadan aydınlatıyordu. 

Omuzlarımdaki ellerinden destek alarak tezgahtan atladı ve tam gözlerimin içine baktı. Ela irisleri kalbimi tekletirken, yüzündeki tatlı tebessüm kalp ağrımı ikiye katlıyordu. "Jeongguk, açım ben." Gülümsedim ve ellerimi hafifçe beline yerleştirerek hazırladığı ramenlerin yanına ilerlettim. "Hazırlamışsın işte Taehyung, açsan ye." İçinde yıldızlar barındıran hareleri tekrar bana döndü sorgular bir biçimde. Yüksek ihtimal benim yiyip, yemeyeceğimi soracaktı. Onun bakışlarından her türlü anlam çıkarmak mümkündü. Düşüncelerini söylemese bile gözlerinden anlardınız. "Tamam, yerim bende biraz." Sırıttı ve kollarını göğsünde bağladı. 

"Oysa ki bir şey söylememiştim Bay Jeon?"

"Kaç yıllık arkadaşımsınız Bay Kim, anlamamak mümkün mü?" Güldü ve yemek çubuklarını almak üzere görüş açımdan ayrıldı. "Haklısın Jungkook, en yakın arkadaşım sensin, anlamasaydın döverdim seni." En yakın arkadaş... Kalbim acıyordu. O küçük organ içinde kocaman duygular besliyordu. Mutluluğu pek fazla hissedemiyordu, genellikle acı çektirmeyi severdi bana. Özellikle konu Taehyung olduğunda yapmadığını bırakmazdı, acının âlâsını çektirirdi. Taehyung'un bana farklı gözle bakmamasına şaşırmıyordum çünkü haklıydı. Kim en yakın arkadaşına delice hisler beslerdi ki? Ben beslerdim. Deliydim evet fakat normal bir delilik değildi bu. Farklı bir histi. 

Ayrıca en büyük korkaktım ben. O bana her şeyini rahatça, sıkılmadan anlatırken ben, ona anlatmam gerekenleri sayfaları yıpranmaya yüz tutmuş eski bir deftere yazıyordum. Komik olan ise; defterin yarısının Taehyung'la ilgili olmasıydı. Onun hakkında her şey yazıyordu buruşuk defterde. İlk aldığı yaralar, ilk hissettiği mutluluklar, her şey... Onu benden daha iyi kimse tanıyamazdı, biliyordum bunu. Evet bana karşı sadece arkadaşlık duygusu besliyordu. Bu benim için ne kadar can yakıcı olsa da alışmalıydım çünkü aramızda hiçbir zaman, hiçbir şey geçmeyecekti. 

"Fakülteye yeni bir kız gelmiş duydun mu? Adı Wonyoung mu neymiş." Boş mutfakta sesi yankılandığında hızla kafamı ona çevirdim. Ben düşüncelerimde boğulurken o çoktan ramen tabaklarını içeri taşımış, içecekleri doldurmaya başlamıştı. "Hm, duymadım." Yanıma yaklaştı ve sağ elini yanağıma yerleştirdi. Kaşlarını hafifçe çattı ve yüzümü incelemeye başladı. "Jungkook sen iyi misin? Son zamanlarda çok dalıyorsun." Elimi bileğine yerleştirdim ve yüzümden uzaklaştırdım. Burukça gülümsedim ve ondan bir adım uzaklaştım. Kafamı salladım ve kapıya yöneldim. Bakışlarını sırtımda hissederken ceketimi giymeye başlamıştım. "Nereye gidiyorsun?" Dolmuş gözlerimi ona belli etmemeye çalıştım. Sesimin titrememesine özen göstererek cevapladım sorusunu. "Sigara paketim bitmişti, onu almaya gidiyorum." 

Bıkkınlıkla nefes verdi ve gözlerini devirdi. "Gerçekten! Bir gün seni basketbol hocana şikayet edeceğim!" Güldüm ve homurdanmalarına rağmen evden ayrıldım. Kapıdan dışarıya adımımı attığım anda bir su damlası düşmüştü burnuma. Daha demin hava çok iyiydi, neden birden yağmur başladı ki? Hava durumu bile acıyordu bana. Kalbime acıyordu, hislerime acıyordu. Sırf rahatça ağlayabilmem için yağmaya başlamıştı. Eğer yağmurun altında ağlarsak, gözyaşlarımız yağmur damlalarıyla karışırdı çünkü. Kimse ağladığınızı fark etmezdi. Şu an bir kaldırım köşesine oturup bağırmak istiyordum. 'Kim Taehyung! Karıştırma artık aklımı!' diye hırlamak istiyordum. Bağıramıyordum. 

Gece çok sessizdi. Saat gece bir buçuk, hıçkırıklara boğulduğum saat...

....

Güzel oldu mu emin değilim ya. Kontrol etmeye de vaktim olmadı hatam varsa mazur görün lütfen <3

My Dear Best Friend / TAEKOOK AngstHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin