doğruyu söylemek gerekirse, bir salyangozu ezmekten milimi milimine kurtuldum koştururken. fark ettiğim an duraksadım da şöyle bir, eğildim dizlerimin üzerine, tuttum nefesimi ve saç tutamlarım, boşluğa karşı koyamayarak döküldü aşağı. koca bir kabuk, sırtında bir oraya bir buraya sallanıyor, kahverengi şeritler dönemeçli bir yolda doğrudan kıvrılarak evinin dışını süslüyor. ne korkunç; ya öylece, saliseler içerisinde ayağımın altında eziliverseydi? içim rahat, çünkü bu küçük arkadaşım sapasağlam. kabuğundan dışarı uzattığı antenleri havayı yokluyor, arkasında bıraktığı sümükümsü sıvı gün ışığında kuruyor. böylece, bir karınca kolonisine rastladım az önce. salyangozu birkaç adım ötemde bırakarak adımlarımı bastığım yere ehemmiyet gösterdim. en azından bir süreliğine. zemine itinayla döşenmiş tuğlaların şeklini yeni fark ediyorum bu yüzden, çizgiler oldukça geniş, ayağımı çizgilere değdirmeden bir diğerine basıyorum ve az önce bastığım kırmızı tuğla arkamda kalıyor. bir karınca kolonisi mi o? başımı kaldırdım şimdi yukarı, bir süredir zemini izlemenin etkisiyle başım dönüverdi hatta. etrafı izledim, neredeyim bir bakayım; mavi bir bina, kepenkleri henüz açılmamış bir dükkan, çehresi taş duvarlarla çevrili olan parkın ortasından çıkmış koca bir söğüt ağacının yapraklarının aşağı sarktığını görüyorum; saçlarım bu vakit esintiye kapılıp nasıl da uçuşuyorsa onun yaprakları da savruluyor hafiften. koloni önüme uzunca bir çizgi çekmiş; geçsem mi, geçmesem mi?
soobin çizgiyi atlattı. koloni üyeleri sıkı çalışıyor, büyüleyici bir görüntünün oluşmasına sebebiyet veren husus, büyükçe bir kırıntıyı çizgi boyunca ilerletiyor olmalarından kaynaklı. diğer yandan, birkaç üyenin ezildiği kesimde kargaşa çıkmış gibi görünüyor. kımıl kımıl antenleri ve görünmeyecek kadar küçük bacakları kopmuş olanlar, tuğlaya yapışacak kadar tonlarca ağırlığın altında umursanmadan ezilerek koloniye veda etmiş olanlar, ha birde, kendilerinden katça iri başka bir cins tarafından hunharca parçalanarak tüketilmemek için mücadele eden bahtsızlar sayesinde uçtan uca çekilmiş siyah çizgi aktif bir dere akıntısı gibi, hareket halinde ve enerjik.
"soobin!" soobin parkın içerisine gireli, söğüt ağacının altındaki banka yerleşeli çoktan yarım saat oluyor. ellerini yanaklarından indirdi, birkaç saat öncesine kadar şahit olduğu koloni çizgisinin görüntüsü zihninde bölünerek kayboldu. kendisine seslenen genci bizzat tanıyor, o da yarım saattir yanında oturuyor ve anlaşılan o ki, soobin dalmış gitmiş. odağını dağıtmak için bazı istisnai durumlar var, bu da onlardan biri.
"rüzgar gülleri her ne kadar güzel görünse bile," pembeli gencin parmakları altındaki kedi mırlıyor, benek gözlü karamel kedi tüylerinin okşanmasından pek bir hoşnut. "toprağın titremesine neden olduğundan ötürü köstebekler bundan hoşlanmazmış." ilginç. gerçekten.
"şuna bak! dili sarkıyor." yeonjun güldü: kulağa özenle çalınan bir melodi gibi geldi. bir süredir ağaç yapraklarının şakırtısını gözlemleyen genç, bakışlarını sola yönlendirdiği sırada pembeli oğlan, yamacında usul usul konaklayan kedinin dışarı sarkmış dilini işaret ediyordu. yeonjun, o oldukça tatlı biri. kedi ise, hmm, artık yanlarında devamlı yer edinen başka bir ana karakter; yeonjun'un tabiri ile seramik merdiven kedisi... aynı zamanda kendisi, metro yolundaki kedi adını taktığı ufacık bir varlıktı ve soobin fark ediyor da, insanların gözünde ne kadar farklı olursa olsun o, kendi için, benek gözlü karamel kedi olacak. hakkında kim ne düşünürse düşün, tüm bu yargılardan uzak bir kişiliğe sahip olacak. insanlar onun gerçekte kim olduğunu bilmeden seramik merdiven kedisi olduğunu söyleyecek, kimileri metro yolundaki kedi diyecek ve kimileri de söğüt altındaki pembelinin kedisi diyecek; aslında o, yalnızca benek gözlü karamel kedi.