Beş yıl, istisnasız beş yıldır pazar günleri aynı saatte bu sahile gelip mavi dalgaları seyrederek sigaranı içiyor, cılız bedenin soğuktan titreyene kadar aynı noktaya bakıyorsun. Siyahlara bürünmüşsün yine; çantan, şapkan hatta kırmızı dudaklarını örten masken bile siyah.
Sigaran bittikten sonra merakla etrafına bakınıyor, o siyah irisler yalnız kaldığına emin olmadıkça açmıyorsun. Elin çantana gidiyor, sanırım yine çizim yapacaksın. Ancak beni atlıyorsun. Yıllardır pazar günleri yaptığın bu rutini hemen yanındaki banktan izliyorum.
Yalnız kalmışsın gibi -evet beni yine atlıyorsun-biraz daha izliyorsun durgun denizi. Tam burada ne düşündüğünü o kadar merak ediyorum ki, sana dair tek bir şey bilsem gelip soracağım.
Çantandan çizim defterlerini çıkarıyor, sayarak sayfaları çeviriyorsun. Eskiden her sayfaya dokunarak kıpırdattığın dudaklarının ne söylediğini anlamazdım. Şimdi duymasam bile anlıyorum. Sayfaları sayıyorsun sen.
Her konuda garipsin. Kim çizim defterinin sayfalarını sayar ki?
O esnada hoşuna gitmeyen bir şey oluyor. Sayıyı unuttun.
Kaçıncı sayfada kaldığını ya da?
Bilemiyorum, hikayemizde göremediğim bir şeyler var. Huzursuz hissettiriyor.
Gülüyorum öyle, seni tanıyormuşum gibi konuştum. Adını biliyor muyum sanki?
Dokunuyorsun o kâğıt parçalarına. Belki de milyar dolarlar verseler satmayacağın defterin gözyaşlarınla ıslanıyor.
Bir şeyler mırıldanıyorsun kendince. Ne dediğin anlaşılmıyor. Yine de çocuk gibi seviniyorum.
Her detayın cennetten bir nimet.
Ellerin çizimlerinin üzerine değiyor. Boyanın rengi parmak uçlarını süsleyene kadar ayrılmıyor defterden. Her sayfaya dokunuyor bir yandan da usul usul ağlıyorsun. Kısık iniltilerin kulağıma ulaşınca kalbim sızlıyor sanki.
Acizliğime küfrediyorum.
Sen yanımda defterin ıslanıncaya kadar ağlarken gözlerim doluyor. Bedenim yanına gelmem için beni uyarıyor ancak bir türlü ayağa kalkamıyorum.
Kadife sesin şiddetleniyor. Hıçkırıklarını duyar gibi oluyorum. Çenenin altına kadar çektiğin masken ıslanmış, şapkanın izin verdiği kadar kızarmış gözlerin değiyor.
Dünya güzeli.
Pembenin en tatlı tonuna bürünmüş yanakların, çekip durduğun burnun, gözyaşlarının izi ile gerilmiş hassas tenin, sürekli yaladığın o iki et parçası... karşıma alıp yıllarca izleyebileceğim güzellikte.
Parmak uçlarım tenine dokunamadığı her saniye daha da uyuşuyor. Damarlarımda akan kanın şiddeti artıyor. Avuç içlerimi banka yaslıyorum. İstemsizce o tahta parçasına sarılıyor parmak uçlarım.
Karşımdaki denizin dalgaları bile kalkıp sana gelmem için yalvarıyor sanki.
Ayağa kalkıyorum. Hafiften başım dönüyor. Aramızdaki mesafeye bakıyorum. Beş adımlık mesafenin gözüme ne kadar uzun ve zorlayıcı geldiğini tahmin edemezsin.
Her adımımda bir medeniyet yıkmam gerekiyormuş gibi.
Sorun değil, ona giden yolda yıkılan medeniyetlerin ya da katledilen dünyaların tek bir değeri yok.
Yanına kaç dakikada ulaştım bilmiyorum. Beş adımda kendimden geçmişim.
Oturuyorum sessizce. Elinde sıktığın çizimler yakından daha güzel. Belki de ellerinin güzelliğiyle karıştıyorum, orası bilinmez.
Sıcak bedenin yine benim farkımda değil.
Ağlaman şiddetleniyor. Gözyaşların ardı ardına süzülüyor yanaklarından. Parmakların her sayfayı yırtıyor ve buruşturarak onlara nefretini kusuyor.
Uğruna gözyaşları döktüğün sayfaları bir çöp gibi atıyorsun.
Yüreğim dayanmıyor. Elini bir uzatsan neyim var neyim yok vereceğim.
O an yılların korkaklığını üzerimden atarak elimi kaldırıyor ve yavaşça bacağına dokunuyorum. Temasımla akmaya hazır gözyaşlarım tetikleniyor ancak izin vermiyorum onlara.
Beni ağlarken görmeni istemiyorum.
Kafamın içindeki kelimeleri anlamlı bir cümle oluşturmak adına sıraya sokmaya çalışıyorum.
Bedenin elimin varlığıyla durmuş, gözlerin hâlâ denizden ayrılmazken bir şeyler söylememi bekliyorsun. Yırtık sayfalar o güzel ellerinde nasıl da hapsolup kalmış. Dalıp gidesim geliyor her zerrene.Yeri değil diyerek uyarıyorum kendimi. Birkaç kelime dahi gelmezken aklıma acizliğimle savaşıyorum.
Hikayenin bu kısmını hiç düşünmediğim için bocalıyorum haliyle.
Ve zamanı ölçemediğimden seni epey bekletmişim gibi geliyor. Panikliyorum birden ve ağzımdan saçma bir cümle çıkıyor.
"Bu kadar ağlama, kör olacaksın."