Yol boyunca gördüğümüz mavi zambaklar ile süslenilen bahçeler içimizi ferahlatıyordu. Tüm renkler birbiriyle ahenk içinde dans ediyordu sanki. Hafif ıslak çimenler ayak bileklerimi gıdıklıyordu. Botum onları korumaya yetmemişti. Gerçi elbisemin beyazlığı da ayrı bir konuydu. Ben bunları pek umursamazdım. En kötü şey de bile güzellik bulabilen biriydim.Ellerimi patikanın ilerisine doğru salladım. İki yanımda parıldayan beyaz ışığı serbest bıraktım. Kararan havada önümüzü bulmak için kolaylık sağlayacaktı. Şimdi renkler daha canlıydı. Bir süre daha etraftan gözlerimi alamadım. İlerilerde yanan ateşin kokusu burnuma doluyordu. Akşam üzeri sinen bu kokuyu severdim. İçime sıcaklık veriyordu.
Saraya yaklaştığımda içimi bir huzursuzluk kapladı. Adımlarımı hızlandırdım. Arkamda bana yetişmeye çalışan Armani'yi umursamadım. Seslerin netlik kazanması için koşmaya başladım. Armani kesinlikle bir sorun olduğunu anlamıştı. Arkamdan sorunun ne olduğunu sorup duruyordu.
- Laura, lütfen bekler misin? Yoruldum gerçekten. Zaten büyü kullanmamız da yasaklandı, uçamıyorum.
Kulağıma ilişen sözler ile olduğum yere çakılı kaldım. Sımsıkı kapadığım gözlerimden yaşlar süzüldü. Vakit kaybetmeden gözlerimi açarak büyünün mührünü kırdım.
- Laura, saçmalama. Baban yasakladı büyü kullanmamızı. Bu sefer ciddi anlamda sürgün eder bizi. Dinlemiyor musun?
Yüzümü ona döndüm. Korkacağından emindim. Lafımı sakınmadım.
- Şeytan Tanrı, babamı öldürdü çoktan.
Yüzünde ki kan çekildi, bembeyaz oldu. Benim ölümleri hissedebilen bir cadı olduğumu biliyordu. Hatta bundan daha fazlasını yapabilen istisna yeteneklere sahip biriydim. Babam fark edilmemem için büyü yapmamı yasaklamıştı. Armani de bana uyduğundan ikimize ceza olarak büyümüzü mühürlemişti. Benim için açmak çocuk oyuncağıydı. Ancak Armani'nin açması için babama ihtiyacı vardı.
Armani'yi yanımda götüremezdim. Büyüsü mühürlüydü ve şeytan tanrı ile savaşacak kadar güçlü değildi. Beni anlamsız gözler ile izlerken ben ise onu uyutup güvenli bölgeye götürecek büyüyü hazırlıyordum. Uygun hale getirdikten sonra yüzüne savurdum. ''Her şey için üzgünüm, Armani. Seni koruyabilmemin başka yolu yok.''
Ellerimi hızla iki yana açarak gökyüzüne süzüldüm. Saçlarım rüzgarda savrulurken kötü enerji beni içine çekmeye başlamıştı çoktan. Buna engel olmaya çalışıp uğursuz varlığın enerji alanına tamamen girdim. Sarayın bahçesinde bir ordu duruyordu. Onları es geçerek açık olan pencerelerin birinden sarayın içine girdim. Ara holde kanlar içinde yatan kişiyi görmem ile gözyaşlarıma hakim olamadım. Bu adam benim de uğursuz alemden olmama rağmen bana kol kanat geren, iyiliği öğreten, adaleti aşılayan, dört cihanın sultanı Massimo'ydu. Benim manevi babam... Hızla yanına giderek dizlerimin üstüne çöktüm. Hıçkırarak ağlıyordum. Sevgili babam, o gün geldi. Bana öğrettiğin her şeyi uygulama zamanı. Ancak planlarımda senin ölümün yoktu. İçimde her şeyi yok etme isteği baskın geliyor; daha onun yüzünü görüp acı çekmesini izlemeden hem de.
Arkamdan gelen kahkaha sesleri ile oraya dönmeden babama son kez baktım. Alnına öpücük kondurarak saçlarını okşadım. ''Elveda, iyi melek. '' Ayağa kalktım. Gözyaşlarımı silip arkama döndüm. Ara holü çevrelemişlerdi çoktan. Umursamadım. Nefret dolu gözlerimi siyah pelerinli maskeli kişiye çevirdim. Herkes onun önünde eğilmiş bekliyordu. Bu şeytan tanrı olmalıydı. Adımlarımı ona atarken araya birilerinin girecek olmasıyla eliyle onları durdurdu. Aramızda birkaç adımlık mesafe varken durdum. Gözlerinin en içine baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İRUHANA
SpiritualBir cadı atasözüne göre derler ki: ''Topluma karşı durmak cam kırıkları üzerinde yürümek gibidir. Eğer nasıl adım atacağını bilmiyorsan ve yeterince korkaksan ayaklarının parçalanması olağandır.'' Bana kalırsa bu söz tekrar yazılmalı. Mesela şöyle o...