"beomgyu dedim! beomgyu!" kolumdan tutup beni kendisine çeviren somin dehşete kapılmış halde gözlerime bakıyordu. "gidemezsin. beni bırakamazsın sen." ellerini yüzüme koyup eğilmemi sağladı ve dudaklarımı öptü. bıkmış gözlerle ona baktıktan sonra elimi göğsüne koyup ittirdim bedenini. şoka uğramıştı. "neden?" dedi. anında ağlamaya başlamıştı fakat eskisi gibi işe yaramıyordu gözyaşları. eskiden bu silahla çok vurmuştu beni ama artık etkisini yitirmişti. "neden beomgyu? neden beni bırakıyorsun? sevmiyor muyuz birbirimizi? beni sevmiyor musun? eve gidelim-"
"somin." sesim onu susturdu. bir adım da geriye atmasını sağladı. benden korkuyordu. "bitti. anladın mı beni? bitti." peşimden çığlıklar atarak yalvardı ama dönüp de bakmadım bile ona. somin'e dair hissettiğim ne varsa çoktan ölmüştü ve ben bunu şimdi fark ediyordum. çocukluk arkadaşım, sevgilim ve ailem dediğim kız liseden bu yana çok değişmiş ve nefret edilesi biri haline gelmişti. ortaokuldayken aşık olduğum kız değildi bu kız.
omuzlarımdan bir yük kalkmıştı adeta. keyifli adımlarla boş boş yürürken altı kişilik bir grup karşıma dikildi. zaten bir günün sonunda da keyfimin içine edilmese şaşırırdım.
en öndeki oğlan omzunu çevirdi ve bana baktı. hay ya... kesin somin yüzünden öncesinde bulaştığım birileriydi ama gram hatırlamıyordum kim olduklarını.
"bu mu, hayeon?"
arkasından çıkan bir kız korka korka başını salladı. "evet. bizi tehdit etti ve hatta somin'in saçını çekince bana tokat attı."
omzumu çevirdim. "bu, son kavgam olacak. sizin için de son olmasına gayret edeceğim." ileri çıktığımda en öndeki oğlan da ileri atıldı. diğerleri geride durdu. çocuğa yumruğumu salladığımda sağ elimdeki bir şey dikkatimi çekti ve yumruk ona temas etmeden durdurdum kendimi. ben duraksayınca bana bir yumruk atmıştı ama yalnızca yana sendelemiştim. elimdeki çiçeklere dalıp gittiğim bir anda karnıma tekme yedim ve yere düştüm. yapmam gereken belki de kafamı korumaktı o an ama sağ elimi saklayıp çiçeklerimi korudum. orada yaklaşık on dakika dört beş kişinin tekmesini yedim.
nihayet durduklarında bilincim hâlâ yerli yerindeydi. beni bırakıp gittiklerinde onlardan sakındığım elimi çıkarıp çiçeklerime baktım. hâlâ orada olduklarını görmek titrek bir nefes almamı sağladı.
⎯
sonraki üç günüm de kai'yi aramakla geçti. hiçbir yerde yoktu. yaşadığı yeri de, genelde nerelerde takıldığını da bilmediğimden ona ulaşamıyordum. telefon numarasını bana zorla kendisi vermişti ama açmıyordu aramalarımı.
nihayet onu tanıyan birini bulabildiğimde gerçek ismini de öğrenebilmiştim. huening kamal. bu yüzdendi kimsenin onu "kai" ismiyle tanımıyor oluşunun sebebi.
son yaşadığımız şeyin üzerinden iki haftaya yakın süre geçmişken dikildim karşısına. bir barın arkasında, yanındaki erkekle birlikte duruyordu. yanındaki çocuk sigarasını içiyor ve kai'ye gülerek bir şeyler anlatıyordu. kai de yüzündeki tebessümle onu onaylıyor, dikkatlice dinliyordu.
hızla ilerdim onlara. hedefimde kızıl oğlan vardı. beni fark ettiğinde şaşkınlıkla ayırdı sırtını duvardan. ama yaptığım tek şey elindeki sigarayı alıp yere atmak oldu. kai nefret ederdi yanında sigara içilmesinden.
"birader ne-"
"kai," kai hiç bozmamıştı duruşunu. elleri arkasında ve sırtı duvara yaslı halde duruyordu. yüzündeki zayıf gülümseme de yoktu şimdi. çok ruhsuz bakıyordu bana. ilk defa böyle bakıyordu... "konuşalım, lütfen."
"istemiyorum." ilk kez beni reddediyordu.
"kai, bak hatalıydım ve bunu düzeltebilmek için-"
cümlemin sonunu beklemeden yürümeye başladı. kızıl olan çocuk da bana son kez bakıp peşine düştü.
"aishhhh," öfkeyle saçlarımı dağıtıp duvara doğru bir yumruk attım. barın tırtıklı duvarı sebebiyle çizilen elim çiçeklerime gölge düşürmüştü. "silinecekler." ellerimi olabildiğince az yıkasam da siliniyorlardı. tekrar çizilmeleri gerekiyordu. ve bunu yapması için kai'ye ihtiyacım vardı benim. çiçeklerimi tekrar çizmeliydi, bir an önce...
orada daha fazla durup kendime olan öfkemi kendime zarar vererek harcamanın anlamsız olduğunu düşündüm. aceleyle arkama dönüp uzaklaşan ikiliye doğru koştum.
"kai," bileğini yakaladığımda arkadaşı araya girmeye ve beni uzaklaştırmaya çalıştı. "bir saniye, lütfen. ona bir şey yapmayacağım. sadece konuşmam gerekiyor." kai ile göz kontağı kurup ondan onay aldığında geriledi. ben de böylece tamamen kai'e odaklanabildim. düzensiz nefeslerimi düzenlemeye çalışırken zaman kazanmaya gayret ediyordum. "kai," dedim usulca. "çizdiğin çiçekler, silinmek üzereler." kaşları önce hafifçe çatıldı. hemen sonra hızla elime baktı. gözlerini kırpıştırıp usulca kavradı elimi. iki eliyle sağ elimi tuttu ve inceledi. dudaklarım tir tir titriyordu.
"eskisi kadar yaralı değiller." dedi gülerek. güldüğünü duyduğumda derin bir nefes aldım. ellerimi omuzlarına koyup belimi çokça eğdim. yere bakıyordum. ağlamak üzereydim ve yüzümü görsün istemiyordum. tutmakta olduğum omuzlarını sıktım. "nihayet duyabildim gülüşünü."
elini elim üzerinde hissettiğimde doğruldum. omuzlarındaki ellerimi indirip nazikçe tuttu ve bana yaklaşıp sarıldı. gözlerimi yumup başımı arkaya attım bu hareketiyle birlikte. onsuz üç haftamı yaşamış olarak saymıyordum. gerçekten kısacık bir sürede bu kadar değerli olabilmesi inanılmazdı. "tanrı'm, nihayet."
"teşekkür ederim gyu," diye mırıldandı usulca.
"ne için?" sesim boğuk çıkıyordu.
daha sıkı sarıldı ve alçak bir sesle konuştu. "beni aradığın için... ve bulduğun için..."
![](https://img.wattpad.com/cover/341657119-288-k443033.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yara izleri ve çiçekler # beomkai
Fanfictionbeomgyu'nun yaralanan ellerine çiçekler çizerek onu savunmasız hâle getiren kai. [ mini fic, duzyazi ]