W: Öncelikle kurguya girmeden önce giriş konuşması yapacağım, önemli gibi bir şey. Ben Danganronpa oyununu/animesini baya sevdiğim için burada da minnak izlerini göstereceğim. Secret Secret'ı okuyan varsa o izi anlayacaklardır.
†
Uzaktaki dağlar filleri ya da milyonlarca hörgüce ait deveyi andırıyordu. Hepsi ardı ardına sıralanmış, bu topraklara yeşillik katıyordu. Yeşil rengini her yerde daha önce hiç görmemiştim ve bu gayet normaldi; çünkü yaşadığım yer yeşillikten uzak bir araziydi. Her yerde kahverengi ve sarı renkleri vardı. Az önce bahsettiğim develeri de orada görmek çok normal bir durumdu. Evler genellikle taştan yapılırdı ve her eve ait buğday tarlaları hakimdi.
Ben Lee Yongbok, bir tüccarın sevilen tek oğluydum.
Omega türünün alçak frekanslı türünün nadir örneklerinden biri olarak gösterilirdim. Her bireyin kendine özel bir gücü olurdu ve bununla yaşamayı öğrenirdi. Bunu kontrol etmek başta kolay olmasa da sonradan bizim frekansımızla bütünleşiyordu. Bu güçler yirmi birinci yaş gününden sonra ortaya çıkardı, ben ise yirmi yaşımın daha başlarında hayat dolu bir çocuktum. Gücüm ne olacak diye merak edip duruyordum, umarım ki bu ticaret işine yarayan bir şey olurdu.
Daha beş yaşındayken ata binme konusunda eğitimler almıştım, sonra ise kılıç kullanmayı öğrendim. Bir omega olmak demek pısırık olmak demek değildi. Benim geldiğim topraklarda herkes birer savaşçı mantığı ile büyütülür ve birlikte hareket ederlerdi. Omegalar, alfa ve betalarla aynı ortamda büyütülürdü, hatta birbirleri ile savaşır, daha önce düelloda yendikleri kişiler ile birlikte olmak istemezlerdi.
Omegaları diğerlerinden ayıran tek şey doğurgan bir tür olmasıydı. Omega olan her biyolojik cinsiyet hamile kalabilirdi. Yine de bu demek değildir ki omegalar hassas bir türdür.
Benim geldiğim kıtanın adı Ügray'dı. Bu kıta her ne kadar diğerlerinden daha verimsiz olsa da her bireyin eşit görüldüğü bir yerdir. Bir omegaya alçak gözüyle bakmanız neredeyse imkansızdır, sizi iki saniyede öldürecek kapasiteye sahipler.
"Efendi Yongbok, yarım saat sonra orada olacağız gibi görünüyor."
At arabası geçtiği yollarda şıngır şıngır ses çıkartıyordu, bu ses diğer krallıktaki diğer insanların seslerine karışıyordu. Evler geniş ve yukarıdan basık duruyorlardı, bu onları sanki trol evlerine benzetiyordu. Bundan iki yıl önce kuzey doğu kıtasında trol görme şansına denk gelmiştim; çok büyük ve heybetli duruyorlardı. Yemyeşil tenlerinin üzerinde toprakla karışık, kahverengi tüyleri vardı.
Kafamı bayıra kaldırıp şatonun bahçesine giden insan kafalarına baktım.
Bu kadar insan nereye mi gidiyordu?
Herkes büyük ulusun varisinin doğum günü partisine gidiyordu. Bu tür özel gün katılımları diplomat ilişkisi olan her alanları ilgilendirir ve kutlanırdı.
Prens Hyunjin yaklaşık bir ay sonra bu devasa ve güzel toprakların başına geçecekti, bunun öncesinde de kutlama amacıyla parti verilecekti. Ben de normal halk kutlaması olan tarafta olacaktım, ama gelen nadide mücevheri vermek için önce sarayın içine girmem gerekiyordu. Bu benim ilk kraliyet sarayına girişim değildi, ama her zamankinden daha da heyecanlandırıyordu.
Atlı arabam durduğunda her yere asılan krallığın flamalara baktım. Mavi bir bayrak üzerine yerleştirilmiş siyah Anka Kuşu vardı. Bunun anlamı; eskiden Solis devleti yıkılma eşiğine kadar gelmişti, ama kıtanın içerdiği mineralleri ve tarımcılığı kullanarak tekrar ayağa kalkmıştı. Bayrağı da durumlarına benzettikleri Anka Kuşuna hitaben yapmışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Castrum Solis » Hyunlix | Omegaverse
Fanfiction[Kraliyet, Omegaverse] Solis güçlü bir krallıktır ve en gelişmiş olanıdır. Prens Hyunjin tahta geçmeye hazırlanırken yirmi üçüncü yaş günü için diğer krallıktaki soylular, prensesler ve prensler herkes davet edilir. Sonrasında ise maceramız başlar.