...
"Ben artık bu herifin götünü toplamaktan bıktım!" diye bağırdı Jeongin stüdyoda oradan oraya volta atarken. Hyunjin koltuğa yayılmış kaygısızca içkisini yudumluyordu ve bu Jeongin'i daha da öfkelendiriyordu. Haber sitelerini bir kez daha kontrol etmeyi bitiren Chan telefonu masaya bırakıp doğrudan Hyunjin'e baktı.
"Adamım bu diğerlerine benzemiyor, çok ciddi bir suçlamayla karşı karşıyasın. Yargı süreci başladıktan sonra hiçbir şey sandığın gibi kolay olmayacak!" dedi. Hyunjin hâlâ umursamaz ve halinden memnun görünüyordu. Felix, Jeongin'i kolundan tutup odadan çıkarmaya çalışıyordu fakat o öfkesini Hyunjin'den çıkarmadan sakinleşmeyecekti.
"Geri zekalı, burada o kadar insan senin için dil döküyor ama sen kıçını devirmiş keyfine bakıyorsun!" diye bağırdı Jeongin. Hyunjin artık bir cevap vermesi gerektiğini biliyordu fakat zaten memnun olduğu bir durum yüzünden arkadaşlarıyla polemiğe girmek istemiyordu. Ama yine de cevap vermişti:
"Siktiri boktan bir taciz haberi. Ünlü olmanın bu tarz eksileri olduğunu bana söyleyen sizdiniz."
"Sadece bir taciz haberi değil. Mağdur kızın mahkemeye başvuracağını yazıyor haberler ayrıca halkın tepkisinden bir habersin. İnsanlar tamamen sana karşı nefret kusuyorlar." dedi Chan olabilecek en sakin ses tonuyla. Hyunjin'i bu gamsızlıktan kurtarmayı umuyordu.
"Bir dakika, gerçekten birini taciz ettiğimi düşünmüyorsunuz değil mi?" diye karşılık verdi Hyunjin. Biraz daha ciddi görünüyordu şimdi. Arkadaşlarının neye inandığı onun için kariyerinin mahvolmasından daha önemliydi.
"Haberlere inanmadığımız için kalkıp bir şeyler yapman gerektiğini anlatıyoruz sana saatlerdir. Bir iftiranın seni kirletmesine izin veremezsin." dedi Felix.
"Eğer bana inanıyorsanız gerisi önemli değil." dedi ve aptalca sırıttı. İçkisini tekrar yudumlamaya başladığında Jeongin ayağa kalktı ve;
"Changbin bu hallerini görmediği için çok şanslı." dedi ve kapıya doğru yöneldi. Hyunjin bunu duyar duymaz kanının öfkeden fokur fokur kaynadığını hissetti. Hızlıca ayağa fırladı ve Jeongin'i kapıdan çıkmadan yakasına yapıştı ve doğrudan gözlerinin içine baktı.
"Ne dedin sen? Bir daha söyle."
Chan ve Felix de ayaklandı ve olabileceklerden korkarak temkinli bir şekilde ikiliyi ayırmaya çalıştı.
"Changbin diyorum senin aşağılık hallerini görmediği için çok şanslı." diye tekrar etti Jeongin. Hyunjin yumruğunu savurup tek darbeyle Jeongin'i yere yatırdı ve defalarca vurmaya devam etti. Sonunda Chan ve Felix ikisini ayırmayı başardığında ikili nefes nefese kalmış bir halde birbirlerine öfkeyle bakmaya başladı. İkisinin de yüzü kanlar içinde kalmıştı. Chan Felix'e başıyla işaret ettiğinde Felix Jeongin'i kolundan tutup zorla odadan çıkardı. Chan Hyunjin'i koltuğa oturttu ve patlayan dudağına baktı.
"Siz kafayı yemişsiniz! Şu haline bak. Ayırmasak Jeongin'i öldürecektin."
"Ne dediğini duymadın mı lan?" diye bağırdı Hyunjin. Öfkesi biraz bile dinmemişti.
"Seçtiği kelimeler yanlış olsa da haksız sayılmaz!" diye bağırdı Chan. Artık sabrının sonuna gelmişti o da. Hyunjin şaşkınlıkla Chan'a baktı. Gözlerinin dolduğunu fark ettiğinde başını ellerinin arasına koyup saklamaya çalıştı. Bir süre ikili sessiz kaldı ve öylece boşluğa baktılar. Bu sessizliği bozan Chan oldu.
"Bak dostum, hiçbirimiz senin kötülüğünü istemiyoruz. Bu kadar rahat davranmanın nedenini bilmiyorum, anlayamıyorum da ama böyle olmaz."
"Sence... Changbin ne yapmamı isterdi?" diye sordu Hyunjin. Sesi hüzün ve kırgınlık doluydu. Chan bunu fark ettiğinde onun da gözleri dolmuştu.
"Changbin senin haksızlığa uğramanı istemezdi."
Aldığı cevap karşısında Hyunjin başını kaldırıp ayağa kalktı ve bardağının dibinde kalan içkisini dikip ceketini koltuktan aldı.
"Bir süre yalnız kalmak istiyorum." dedikten sonra Chan'ın müzik stüdyosundan çıktı. Arabasına binip rastgele sürmeye başladı. Gözlerinden yaşlar akıyordu istemsizce ve kontol edemiyordu. Belki de kontrol etmek istemiyordu. Sağ koltuğa fırlattığı telefonu durmadan titriyordu fakat Hyunjin bunun farkında bile değildi.
Arabayı Seul'un en yüksek tepesine çekip park etti ve arabadan inip kaputun üzerine oturdu. Gözlerindeki yaşlar henüz kurumuşken gökyüzündeki yıldızlara bakıp tekrar ağlamaya başladı.
"Oradan bakınca nasıl görünüyorum? Sefil bir haldeyim değil mi?"
"Beni bu boktan dünyada yalnız bıraktığın için sana çok kızgınım Changbin hyung!"
Hıçkıra hıçkıra ağlarken Changbin'in duymasını umarak çaresizce bağırıyordu Hyunjin. Aylardır tuttuğu gözyaşlarını artık özgür bırakmanın verdiği hafiflik hissiyle kayarak yere düştü ve sırtını arabanın sağ farına yasladı.
"Sen olmadan hiçbir boku beceremiyorum, zavallı piçin tekiyim." dedi.
Bir arabanın toprağı ezen tekerlerinin kendisine doğru yaklaştığını fark ettiğinde oralı olmayacak kadar kendinden geçmişti Hyunjin. Adamın birisi gelip yanına oturunca başını çevirip adama baktı. Jeongin'in patlayan kaşını görünce sırıttı. Jeongin elindeki bira şişesini açıp Hyunjin'e uzattı.
"Öyle söylemek istememiştim. Özür dilerim."
"Hayır, haklıydın... Beni böyle görse hayal kırıklığına uğradı." dedi Hyunjin.
"İki gün sonra bir yıl olacak." dedi Jeongin birasından büyük bir yudum aldıktan sonra. Ağlamaktan kızarmış gözlerini ovuşturdu.
"Koskoca bir yıl." dedi Hyunjin.
"Changbin hyungu doğru düzgün anabilmek için adını temize çıkarman gerek. Kariyerin için en çok emek verenlerden birisi oydu." dedi Jeongin. Hyunjin buna karşılık başını salladı. Sonunda aklı başına gelmiş gibi hissediyordu. Changbine olan borcunu asla ödeyemezdi belki ama onu hayal kırıklığına uğratmamak için hâlâ bir şansı vardı.
DEVAM EDECEK.