Parçalanan düşlerin gölgesi biler umursamazlığın dişlerini. Ve güç, hayatın ciddiye alınmadığı savaşlarda dolar ruha. Zafer yoktur artık. Zirve yoktur...Sevgi ve bin bir hevesin inşa ettiği hayallerin enkazı içinden çıkan insanların galibiyetleri dahi yenilgilerinin kokusunu taşır. "Başarmak" denilen kıstas, hiçbir zaman ulaşılamayacak bir arzunun yüzleşilmesi ile benliğe dahil olabilir ancak. Ve insan, daima bir parçasını kaybederek bulur kendini.
İnsanoğlu çok garip bir varlıktı. Bir an için ölmek istemediğini haykırırken diğer yandan her gün ölüme hızlı hızlı yürüyordu. Ben ise o gün o buz gibi duvarlara yaslanmış, hapishane hücremin iğrenç duvarlarından güneşi selamlayan minicik pencereme bakıyordum. Günün son ışıklarıydı, göreceğim son güneş ışığının tadını çıkarmaya çalışıyordum. Ölmek istemeyen ben kabullenmişti öleceğini. O yüzden kapıdan muhafızın fırlatırcasına bıraktığı yemek olduğuna bin şahit isteyen iğrenç şeyi geldiği yere geri fırlatmıştım. Sinirle demirden parmaklıkların içine tükürürcesine bağıran muhafız ''İster ye ister yeme birkaç güne ölürsün zaten.'' demişti. Hoş elimden aldıkları ölümümü geri alacaktım ve sonunda sonsuz özgürlüğüme kavuşacaktım.
Ben bunları düşünürken hücremin önünde duran iki çift ayakla kafamı o tarafa çevirmiştim. İri yarı bir adam ''Haklıymışsın Jackson ölmek için fazla güzel bir parça. Çok para eder. Bırak benim olsun, parayı bölüşürüz.'' demişti. Şok olmuştum. Kendi vücudum hakkında bile söz sahibi değildim. Söyledikleri irkilmeme sebep olurken zaten öleceğimi bilerek ''Üzgünüm beyler ama sizin ayaklı bankanız olamayacağım. Birkaç güne ölmek gibi planlarım var da acaba rahat bırakabilir misiniz beni? Yoksa o çok sevdiğiniz ailelerinize şeytanı musallat ederim.'' deyip suratıma alaylı bir gülüş yerleştirmiştim. ''Vay, vay, vay. Senin gibi biri için iddialı sözler. Bakalım dilini yerinden koparınca da aynı ukalalıkları yapabiliyor musun?'' dedikten sonra elleri cebine giden diğer adamla bakışıp sırıtmışlardı. İçimden ''Tamam Jisung bu sefer gerçekten bitti.'' diye geçirirken çoktan iki adam hücremin kapısını açmış yanıma gelmiş, beni yaka paça dışarı çıkarmaya çalışıyorlardı ki o alev alev gözleri koridorun başından benim titrek gözlerimle buluşan ölümümü benden çalan adam ''Benim olanı bana bırakın. Çok para ödedim o parça için.'' demişti. Duydukları sesle beni bırakan adamlar yeni gelen adamın önünde eğildikten sonra koşarcasına uzaklaşmışlardı. ''Hazırlan hadi gidiyoruz.'' ''Tamam doğru ah bana biraz zaman verebilir misin? Malum bu hapishane hücresinde çok fazla eşyam var. Sence balo için tüylü şapkalarımı almalı mıyım? demiştim. Ben Han Jisung kimdim ki ülkenin prensiyle böyle konuşuyordum? Ama ölecektim işte. Hatta onu sinirlendirebilirsem ölümüm onun elinden ve çabuk olurdu.
"Bir köle için fazla cesursun.'' demişti alayla kıvrılan dudaklarının arasından. ''Daha önce de bir ölü için fazla cesursun demiştin. Kaç paraya aldın hayatımı? Sadece bir günde barlarda harcadığın bir bira parasına değdim mi bari? Alay ettin mi değersizliğimle? İçinden güldün mü yalnızlığıma?'' sonlara doğru titreyen sesimle gözlerimde biriken yaşlarla bir hışımla boşaltmıştım içimdekileri. ''Bir tek ölüler yalnızdır.'' dedi alev alev gözleriyle sanki beni yakıp geçmek ister gibi gözlerimin içine bakarak. ''Ben zaten ölüden farksızım.'' dedim dümdüz bir sesle. Ölümümü benden çalan bu insana karşı gardımı düşürmeyecektim. Az önce patlamıştım işte. Şimdiyse kendimdeydim ve kendimi kimseye bırakmayacaktım. ''Gelmiyorum. İstersen öldür beni. Umrumda değil. Birinin kölesi olup özgürlüğümün alınmasındansa ölürüm daha iyi. Hoş zaten ölüden pek bir farkım yok.'' ''Benimsin zaten. Seni öldürmeyeceğim ama seni benimle gelmek için yalvarana kadar çıkarmayacağım bu fare yuvasından. Nasıl olsa birkaç güne yalvaracaksın.'' ''Ölümü almaları için adamalrını yollarsın merak etme.'' Ben bunu dedikten sonra arkasını dönüp gitmişti hiçbir şey demeden. Muhafızlar beni hücreme geri sokmuş üstüme tutsaklığın perdelerini çekmişlerdi çoktan.
