Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, iyi okumalar!not: önceki bölümdeki Hyunjin karakterini Felix ile değiştirdim, merak etmeyin Hyunjin yine olacak. #teamhyunlix
—
Bazı zamanlar, bazı şeylere anlam veremezsiniz ve bu anlam veremediğiniz şeyler zihninizin büyük bir bölümünü sizden izinsizce kaplamaya başlar. Vücudunuzu kemirir, düşüncelerinizi ele geçirir ve kendinizi bir anda sürekli o şeyleri düşünürken bulursunuz. Ve emin olun, bu dünyanın en karışık bulmacasından bile daha zor bir bilmece haline gelir zamanla.
Şu iki haftadaki durumumu özetleyen tek şey buydu işte. O lanet akşam yemeğinin üzerinden tamı tamına on beş gün geçmişti ve ben hâlâ geceleri yatağıma yattığımda o anları düşünüp duruyordum. Felix ya da Changbin'e, hatta kimseye anlatmamıştım. Hoş, kendimle bile bir iç savaş verirken biriyle paylaşmam oldukça zordu bu olayı. Zira gururuma bile yediremiyordum olanları.
Daha önce asla böyle bir durumla karşılaşmamıştım hayatımda, şaka bile olsa kimse bana öyle bir ima yapamazdı bir kere. Her zaman istediği olan tiplerdendim ve bırak diz çökmeyi, istediğim bir şey için asla yalvarmamıştım bile. Bu ilkti, Lee Minho bana o gece bir ilki yaşatmıştı ve ben bunu iki haftadır aklımdan çıkaramıyordum.
Bir hafta geçtiğinde anladım bir şeyi, asıl düşünmekten korktuğum şey Lee Minho'nun bana o gün olan davranışı değildi. Gıcık bir tipti sadece, ya da sadist. Benim korktuğum, düşünmek bile istemediğim şey bu davranışından etkilenmem, hatta iç çamaşırıma boşalacak kıvama gelmemdi. Ve bunu anladığım anda da yatakta tepinmiştim, zor bir gece olmuştu benim için.
Diz çökmek, birine alttan bakmak ve öylesine aşağılanmaktan etkilenecek biri kesinlikle değildim, bu yüzden her şeyi Changbin'in evinde içtiğim biraya yoruyordum fakat o anı düşündüğümde kalbimin hızlanması bana hiç yardımcı olmuyordu.
Tıpkı şu an, tüm bunları derste düşünmem gibi.
Üç yüz kişilik, herkesin uyuduğu geniş amfide hâlâ ders anlatmaya çalışan profesörle beraber derin bir nefes aldım ve ellerimi saçlarımdan geçirdim. Derslere gelmek zorunda olmam kadar saçma bir şey yoktu, birkaç yıl sonra babamın şirketinin başına geçeceksem neden okula gelmek zorundaydım? Yanımdaki Felix de aynı şeyleri düşünüyor olmalıydı ki önündeki not defterine bir şeyler karalıyordu.
"Yaşam belirtisi verdin sonunda, ne düşünüyordun iki saattir?" dedi Felix bakışlarını oynattığı kaleminden çekmezken. Sorduğu soruyla beraber iç geçirdim. Felix en yakınımdı, çocukluğumuzdan beri arkadaştık fakat bunu anlatmak... tuhaf geliyordu. Sanki bana özel bir şeymiş gibiydi ve paylaşmak kötü hissettirecekti. Kafamı iki yana salladım ve hafifçe gülümseyerek cevap verdim.
"Hiçbir şey. Sadece şu adamın sesi kendimi boğma isteği uyandırıyor içimde." dediğimde Felix de güldü ve bakışlarını yaşlı profesöre çevirdi. En az elli beş yaşında olan, saçlarına beyazlar inmiş sevgili profesörümüzü sınıfta gerçek anlamda seven kişilerin sayısı bir elin beş parmağını geçmezdi büyük ihtimalle. Tabii ki de bunun sebebi derse geç kalanları tüm amfinin önünde aşağılaması, sınavları bok varmış gibi zor sorması, sorduğu soru bilinemeyince ergen ergen triplere girmesi ve daha bir çok şeydi. Elbette ben bunların hiçbiriyle karşılaşmamıştım, zaten bana öyle davranabilmesi için yürek yemesi gerekiyordu zira olay babamın kulağına giderse işinden bile olabilirdi. Han Yuseok'un biricik vârisi, tek oğlu Han Jisung'u rezil etmiş! Hemen cezalandır onu, işten at. Tabii ki de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
proposal, minsung
Fanfic- "Seni sikerim, Han Jisung. Bayıltana kadar sikerim ve ağlamaların gram umrumda olmaz. Aşağılarım, olabildiğince küçük düşürürüm, tüm haklarını elinden alırım, bağlarım ve süründürürüm. Sınırlarını zorlamayı bırak, sınır diye bir şey bırakmam beden...