sir, you must keep Lavinia alive, 'cos she is used to dying.

270 26 48
                                    

Lavinia'yı yaşatmalısınız bayım,
zira o ölmeye alışık.

02.19 am.

Hiçbir zaman bir masalın güzelliğine kapılacak kadar mutlu bir çocuk olmadım, annem kangren olmuş elleriyle titreye titreye tuttuğu masal kitabımı bana okurken ben sadece onun ellerine bakardım, bazen o kadar garipserdim ki, elini tutup titremesi geçene kadar öyle durmak isterdim ama annem istemezdi. Annem temas etmemi istemezdi ya da beni istemiyordu, bilmiyordum. 

Annem her zaman yanımdaydı, her anımda benimleydi. İlkokulda, ortaokulda ve hatta lisede bile ama eksik olan bedeni değil ruhuydu. Annemin ruhu ne zaman benimle olsa bir yerlere saklanırdı, onun ruhunu korkutuyor olmalıyım diye düşündüğümü hatırlıyorum, bu düşünce zehirli bir sarmaşık gibi beynimi ele geçirdiğinde yalnızca dokuz yaşındaydım. O yaşımda bile her şeyin farkındaydım, annemin başına gelen her şeyin suçlusunun ben olduğumun farkında olduğum gibi.

Oturduğum taburede sıkışıp kalmıştım ve galiba bu sebepten de düşüncelerim de beni sıkıştırıyordu. Elimdeki bardağı aheste aheste döndürüp içkiden bir yudum daha aldım ve tekrar masaya bıraktım. İçimde tarif edemediğim bir duygu vardı, ne yaparsam yapayım o hastalıklı duyguyu yenemiyordum. Belki de hasta olan bendim ama suçu duygularıma atıyordum. Ne ironikti ama.

"Yalnız mısınız?" dedi bir ses, bir erkeğe aitti. Bana söylenmediğini düşünüp insanları izlemeye devam ettim. İnsanları izlersem zihnimdeki sesler susar sandım ama bir ses susarken diğerleri çığlık atıyordu, bazen o kadar korkunç çıkıyordu ki sesleri onların sesini bastırmak için ben de çığlık atmak istiyordum ama tek yaptığım gülümsemek oluyordu.

"Hanımefendi." dedi yine aynı ses ve bir el omzuma dokunduğunda refleks olarak kendimi geri çektim, bedenime aniden dokunulması hoşuma gitmiyordu. Nefes nefese bana dokunan kişiye döndüm, şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu, sadece omzuma dokunduğu için böyle bir tepkiyi beklemiyor olmalıydı.

"Özür dilerim," dedi yüzünde hala şaşkınlığın emareleri gizlenirken. "Özür dilerim sizi korkutmak istemedim lütfen bağışlayın beni."

Bir süre hiçbir şey demeyip yüzünü inceledim, yüzüne oranla gözleri büyüktü ve sanki gözlerinde gezegenler gizli gibiydi. Ne kadar sert bakarsa baksın gözleri masum olduğunu söylüyordu, kendi içinde ne kadar zıt olduğuna gülümsedim.

Sesi, hareketleri, kullandığı cümleler hatta gözleri bile; hepsinde geç kalmışlık vardı, galiba bu yüzden çok hızlı konuşuyordu. Bense o kadar durgundum ki ne kadar tezat olduğumuz bir kilometre öteden bile fark edilebilirdi. 

"Önemli değil." dedim geçiştirir gibi. Yanımdan gitmesini istiyordum, bu gece tek başıma hayata tutunmalıydım.

"Yalnızsanız size eşlik etmek isterim." dedi kibar bir sesle.

"Ben istemem."

Sesimde ciddi bir fütursuzluk vardı onunkinin aksine. O beni ciddiye alıyordu ama benim umurumda bile değildi, bugün diğer günlerin aksine bencil bir kız olmak istiyordum.

"Sapık değilim, lütfen beni yanlış anlamayın." dedi son bir kez açıklama yapmak ister gibi. Bana neyi açıklamak istiyordu bilmiyordum ama şimdiden sıkılmıştım bile.

"Hareketlerin aksine kanıtlar nitelikte." dedim bıkkın bir tonda. Gözlerimin de alkolden olsa gerek bayık baktığına emindim.

"Siz-" dedi ama sanki ne diyeceğini bilemiyor gibi bir hali vardı, bir süre sustu ve sonra sessizce yanımda oturmaya devam etti.

Siz diyordu bana, bense sürekli onun zıttı olduğumu kanıtlamak istermiş gibi sen diliyle konuşuyordum. Bardağın dibinde kalan son içkiyi de tek seferde içip yavaşça tabureden kalktım. İçkinin verdiği sarhoşlukla hafiflemiş hissediyordum, sürekli içsem, durmadan içsem unutur muydum sahi her şeyi?

blackberry-sized sores | liskookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin