Ocak ıstırap içinde geçti, Şubat ayının ilk birkaç haftası da öyle. Beklediğinin aksine, Draco'nun Potter'a olan aşkı büyüdü ve Potter onun varlığını kabul etme konusunda gitgide daha umursamaz hale geldi.
Ve bu Draco'nun hissettiği en kötü duyguydu ama diğer duygularından farklıydı. Çünkü babasıyla uğraşmak, üzerine mide bulandırıcı bir korku çöktürürdü ama tecrübeli olursa nasıl kaçınılacağını öğrenebilirdi. Kaçınmaya çalışırken hiç iyi hissetmemişti. Ama Potter'la birlikte olmak iyi hissettirdi. Ve sahip olduğu duyguları değiştirmenin ya da bunlardan kaçınmanın bir yolu yoktu.
Ancak bunun iyi bir tarafı da vardı, Draco Pansy ve Blaise'e yakınlaştı. Sadece birkaç dakikalık bir sohbetin ardından yatakhaneye çekilmek yerine ayakta kaldı ve onlarla Draco'nun oldukça kötü olduğu patlayan pişti oynadı. Ve rekabetçi olmalarına rağmen, yıllardır onlarla birlikte olduğundan daha eğlenceliydi. En azından küçükken Fransa'da tatil yaptıkları günlerden beri.
Ama onlarla gülmek, Draco'nun sürekli kafasında olan ve bir daha asla yapamayacağını düşündüğü Potter'la gülmek gibi bir şey değildi.
İkinci Görev'den dört gün önce, Draco yemekten sonra yurduna geri döndü ve patates yağı kapladığı için ellerini birbiriyle sildi. Patates tabağını ne zaman bitirse, kendi kendine bunun bir amacı olduğunu söylüyordu, Draco elleriyle yeme bağımlısı oldu; çok uygundu.
Ona öğrettiği için Potter'a lanet olsun.
Draco birinci kattaki erkekler tuvaletine yöneldi ve parmaklarının arasında sabunu köpürttü. Sonra arkasında bir bölme kapısı açıldı ve Draco'nun yukarı bakmasına neden oldu.
Potter dışarı çıktı ve gözleri aynada buluştu. Potter onun iç çekişini duyunca durdu, sonra Draco'dan en uzaktaki lavaboya giderken gözlerini devirdi.
Draco ellerini yıkamaya devam etti. Onunla konuşsa mı, onunla konuşmasa mı...
Draco yutkundu, ellerini yıkamaya devam ederken "Seninle konuşmamam gerektiğini biliyorum ama iyi şanslar." dedi. Potter hiçbir şey söylemedi. Potter musluğu kapatıp ellerini silmeye gittiğinde, Draco bu çılgın duygunun geçmesi için ne gerekiyorsa yapması gerektiğine karar verdi. "Senden hoşlanıyorum, Potter," diyerek yutkundu Draco. "Sana aşık oldum. Seni kendime aşık etmem gerekiyordu ama ben de sana aşık oldum."
"Görev dört gün sonra," dedi Potter dişlerinin arasından. "Ne yaptığını bilmediğimi sanıyorsan..."
"Dikkatini dağıtmaya çalışmıyorum, söz veriyorum. Ciddiyim. Senden hoşlanıyorum."
İlk başta, Potter umutluymuş ve gerçekten soracakmış gibi oldu ama sonra yüzü düştü ve Draco'nun irkilmesine neden olacak şekilde ona baktı. "Bu senin hatan. Kabul et."
"Çok üzgünüm. Bunu telafi etmek istiyorum."
"Tamamen?"
"Evet."
"O zaman benimle konuşma. İstediğim bu. Bunu yaparsan, mezun oluncaya kadar belki seni affederim. Belki."
"Potter-"
"Beni rahat bırak. Ciddiyim."
Draco'nun yüzü kıpkırmızı oldu, göğsü başarısızlıkla yanıyordu. "Snitch çoraplarını geri istiyorum."
Potter kollarını kavuşturdu. "Onları yaktım."
Draco'nun nefesi kesildi. "Seni pislik!"
"Ben mi? Pislik ben miyim?"
"Onlar çok güzeldi."
"Ama kötü bir insan tarafından verilmişti. Neden onları saklamak isteyeyim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
It Was All Just A Game | Drarry (Türkçe Çeviri)
FanfictionDraco Malfoy'un can attığı bir şey varsa, o da Harry Potter'ı acı içinde görmektir. Bu nasıl olur, umurunda değildir. Potter'ın adı Ateş Kadehi'nden çıkarıldığında, Draco bunu en büyük arzusunu gerçekleştirmek için mükemmel bir fırsat olarak görür...