27

1.2K 144 76
                                    

Üç gün oldu.

Eve gelmedi, aramalarıma dönmedi, mesajlarımı da görmedi. Telefonu kapalı, eşyaları kutulara konmuş öylece yukarda bekliyor. Ailesi ne durumda bilmiyorum, kimseden haber alamıyoruz. Komşular merak ediyor, arkadaşına gitti dedim ama ne kadar inandırıcı oldu bilmiyorum. Ben öylece bekliyorum. Evden gidemiyorum.

Sabahla akşam benim için aynı artık. Balkonda oturup boş gözlerle sokağa bakıyor, belki gelir diye bir yere ayrılamıyorum. Geceler en zoru. Suçluluk duygusu ayağıma dolanıyor, kollarımı bağlıyor, kulağıma fısıldıyor. Yaptığım ve dediğim her şeyi bana hatırlatıyor sürekli. Ama en çok diyemediklerimden vuruyor beni, bir de istesem de yapamadıklarımdan. O bu kadar çabalarken benim onun bilerek sebep olmadığı bir şeye yıllarca tutunup nefretimi büyütmem ve kendimi uzaklaştırmam artık hiç olmadığı kadar canımı sıkıyor.

Varlığına alışmışım, gürültüsüne, attığı mesajlara, benden pasta istemesine, okulda bana takılan gözlerine, konuşmak için fırsat arayan bakışlarına. O gittikten sonra bunları kabullenmem ne kadar da acınası.

Mesajlaşırken hislerimi saklamak kolaydı. Ağlarken ya da gülerken karşıdakinin haberi yazdığın kuru kelimeler kadardı. Ben Soobin'e bundan fazlasını vermemiştim hiçbir zaman. Ekranın ardını görmesin istemiştim. Ama aynı okul ve apartmandayken ondan kaçış yoktu. O da görmüştü, arsızca bana gelebilmesi bu yüzdendi. İçten içe ondan çok da farklı olmadığımı anlamış olmalıydı.

Keşke şu an burada olsaydı. Ya da en azından iyi olduğunu bilseydim. Kendini kurtarabilmiş miydi? Yaralanmış mıydı? Ağrısı var mıydı? Ya da yemek yiyebildi mi? Yalnız mı? Yaşıyor mu?

Son soru göğsümde ince bir sızıya sebep olurken aksi bir ihtimali düşündükçe başım zonklamaya kulaklarım uğuldamaya başladı. Aklıma bir sürü sahne geliyordu ben def etmeye uğraştıkça. Polis onu hırpalarken, eliyle yarasını kapatmaya çalışırken, yerde cansız yatarken. Ben aklımdan atmaya çalıştıkça daha beterleri ekleniyordu. Nefes almakta zorlandığımı hissettiğimde hızla sandalyeden kalktım. Hava almak için balkona çıkamıyordum çünkü zaten sabahtan beri buradaydım.

Evin içinde birkaç tur attım. Ortada hiçbir şey yoktu henüz o yüzden aklıma böyle kötü şeyler getirmemeliydim. Ama anlamıyordum. Aktivistlerin yarısı polis arabası diğer yarısı da ambulansla ayrılmıştı alandan. Soobin nerdeydi? Ekibi? Neden hiçbirinden haber yoktu? Kaçabildiyseler bile üç günde bir haber gelmez miydi?

Çaresizce koltuğa kendimi bıraktığımda saat gece yarısını geçiyordu. Ağrıyan başımı ellerimin arasına aldım. Düşüncelerimi durdurabilmenin bir yolu yoktu. Bitmeyecek bir kabusun içine düşmüştüm sanki. Nefes alabilmek istiyordum. Tekrar balkona gidecek takati bulamazken kalkmaktan vazgeçerek öylece oturdum.

Yaklaşık yarım saat karşımdaki duvara asılı olan saati izledim. Herkes için aynı akıyordu işte. Peki neden bu kadar uzun hissettiriyordu. Her bir dakika arası bir saatti sanki, hatta bir asır. Geçmiyordu.

Birkaç günün verdiği uykusuzluk yavaş yavaş etkisini gösterirken başım arada öne düşüyordu. Ne kadar dirensem de başımı artık dik tutamıyordum. Kapı hafifçe tıklatıldığında uykuya teslim olmak üzereydim.

Tüm vücudum ani bir şok dalgasıyla kasılırken tetikte bekledim. Kapı tekrar tıkladığında yanlış duymadığımı anlayarak hızla yerimde doğruldum. Bacaklarım titriyordu. Kalbim sıkıştığı için nefes alamıyordum ve etrafı da bulanık görüyordum. İki adımlık mesafe koca bir dağ olmuştu önümde. Zorlukla girişe koşup kolu kavradım. Almaya çalıştığım titrek nefesimle aşağı kaydırdığımda kapı yavaşca aralandı. Karanlık koridorda lamba yanmadan önce dikilen uzun silüeti seçebildim. Sonra da onu gördüm. Koyu kahve gözleri, dağılmış saçları, soluk teni ve iri bedeniyle karşımdaydı. Burdaydı.

three cheers for mere anarchyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin