Telefonun amansız çalışıyla irkildiğim çekyat, saat on bir. Önemsiz biri arıyordu, açmak istemedim ama dördüncü çalışın nihayetinde merakıma yenik düştüm.
"Hyunjin niye açmıyorsun kardeşim? İnşaatı evsizler basmış, bizimkileri bıçaklamışlar, yakındaki bi' hastanedeyiz şimdi."
Telefonu kapatmadığımın farkında birkaç dakika kelimelerimi yuttum. Kimsesiz bırakılmış, kimsesizlerin yuvası o inşaatın yine kimsesizler tarafından can yakıcı bir darbeye dönüştürüleceğini hiç düşünmemiştim. Sersemliğim kısa sürdü, bağcıklarını bulamadığım ayakkabıları çengelli iğne ile tuttururken tek bir isyankar sözcük bilinç sınırlarımı aştı.
"Kimleri?"
"Minho, Chan falan işte. Bir de Jeongin vardı; oradaki küçük sokak satıcısını korumaya çalışırken yaralanmış."
"Tamam, geliyorum."
Herkes teker teker yanımda bir silüete dönüştüğünde, en yakınımda olup dokunamadığımda, öldüğümü hissettim, iliklerimden oluk oluk kan çekildi. Bir hafta içinde her şeyini kaybedince insan, öncesinde hiçbir şeyim yok düşüncesine kızıyor. Ne kadar nankörmüşüm. Tamahkarlığın son demlerinde fevkalade bir çöküşle mi akıllanmalıydım? Akıllandım mı?
Acil serviste Felix'i gördüğüm an gözyaşlarımın daha gerilere bir yere uçtuğunun ve artık sapasağlam görünmekten harap olmuşcasına kırılganlığımın farkında, kaygan mermer ayaklarımın altından savrulup giderken koştum.
Geldiğimde bana sarılı kollar sakinleştirse de beni, halen harabeydim.
Gözlerimi onlardan ayırmadığım iki buçuk saatin sonunda Felix elinde iki bardak kahveyle dışarıyı işaret etti, çıktık. Bahçede beni o kadar rahatsız etmeyen ama kötü anılarımı depreştiren pudralı eldiven kokusunu geride bırakmak bir nebze iyi hissettirdi.
"Önemli bir şey yok görünüyor, neden bu kadar kötüsün Hyunjin."
İçim titredi, üşüdüm, kendi duvarlarım beni klostrofobik bir atağa sürükledi ve ancak omzunda ağlamaya güç bulabildim.
"Ağla dök içini. Gelmiyorsun iki gün oldu, içine kapanmışsın. Canını neyin sıktığını sormayacağım, kardeşim. Rahatla yeter."
Her şeyimi kaybetmiş hissederken yaşam belirtisi veren tek kişi, minnettarım. Yarım saate yakın orada iki dirhem soluk almaya çalışırken, Felix detayları anlattı.
"Bizimkiler normalde durmazdı ama küçük çocuk varmış oralarda. Bir de adamlar silahlı, bizimkilerde de sadece sprey boya varmış."
Adamların eşgalini soracaktım, buralarda evsizlerin kimliği yoktur, insan sayılmazlar. Vazgeçtim. İllaki inşaatta bir yerde yakalarız, gerçi polise de veremeyiz. Başıboşlar haliyle.
"Yang Jeongin'in tanıdığı var mı?! Yang Jeongin!"
Bordo önlüklü acil hemşiresinin sesi görüşümü bulanıklaştırdı, Felix bir anda beni bırakıp koştu ve ben kulağımdaki çınlamayla orada kaldım.
Zor zanaat yürümeye çalışırken hastaneye, karşımda diz çökmüş arkadaşımı görmek istemezdim. O an da bulanık görüyor olmak için nelerimi vermezdim.
Yanına düştüm, diz çökmeye derman bulamamıştım zira. Birkaç bordo önlüklü beni oradan götürene kadar tam olarak ne olduğunu kavrayamadım.
.
Jeongin, eski sevgilim. Ettiğimiz şiddetli kavgadan sonra, "Cenazeme gelme, istemem." diyerek ayrıldık. İlk ölecek kişinin ben olacağımı düşündüğüm için bu söz bana çok koymamıştı. Kaybedeceğimizi bilmeden açtığımız bahislerde düştüğümiz borç batakları misali büyük konuşmaların altında ezildik. Onu bilemem, ben ezildim.
Genelde aynı ortama girmezdik, beraber olduğumuzda da bozuntuya veremediğimiz için arkadaşlarımız bizi iyi sanırdı. Keşke öyle olsaydı.
Sakinleştiricinin etkisinde gördüğüm güzel anılar, etki geçince terleterek uyandırdı. Yataktan fırladım, Felix'in yanında buldum kendimi. Belki gerçekten onun vasiyetini tutuyordu bilmiyorum, daha fazla durmamamı söyleyerek gönderdi beni. Taksi tutup beni bindirene kadar geçen bir saatte, onun sözüne uymayıp kuytuda ağlamıştım.
Taksiciye geri gitmesini söylesem de dinlemedi, evin önüne bir paçavra gibi atıldım. Taksiden inerken dengemi kaybettiğim ve toprağa düştüğüm için böyle hissediyor olmalıydım ki toprağa elimi değince bile Jeongin'e dokunuyormuşum gibiydi, yumuşacık toprak ellerimi yüzlerce defa bıçakladı.
Anahtarımı aradım cebimde, buldum ancak gözyaşının flulaştırdığı gözlerimle hangisi olduğunu ayırt etmek zordu.
Nihayet daireye attığım ilk adımda, yer yer ahşapı lekelemiş izmaritler ve elinde notumla kanlar içinde ağlayan Seungmin'i gördüm.
"Neden beni durdurmadın, Hyunjin?"
of...
kaos bolumuydu,
yazarken paramparca oldum.
bir sonraki bolum final arkadaslar, keyifli okumalar dilerim🫶🏼🪬
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mesele mum ışığı, hyunmin
Фанфикyanmasını istemeyerek kırdığın mumları yakarak birleştirdin. 210623 100923