Dünya bıkmadan, usanmadan dönmeye devam ederken bu dönüş hızına ayak uydurmakta zorlanıyoruz değil mi? Kendimizi yeryüzünün en gelişmiş canlıları olarak nitelendiriyoruz fakat kendimize sürekli değişen, gelişen, dönüşen bu dünyada bir yer bulmakta zorlanıyoruz. İçinde bulunduğumuz yüzyıla beynimizin gelişmişliği de eşlik edince tek bir konuda uzmanlaşmak oldukça yetersiz kalıyor. Örneğin, Bilim insanı olduğumu ve yeni bir deney üzerinde saatlerce, günlerce, haftalarca hatta aylarca çalışmak zorunda olduğumu hayal ediyorum. Aylarca çabaladığım çalışmalarımı bitirdiğim sıralarda yazılım ile ilgilenen bir arkadaşımla ettiğim sohbet sırasında bana "Bu kadar zamanını boşa harcamışsın. Benim geliştirdiğim bir program var ve bu program sayesinde analizlerini daha kısa sürede halledebilirsin." Diye kendi fikrini beyan ettiğinde kendimi ne kadar yetersiz hissedeceğimi düşünüyorum. Yaptığım deney başarıya ulaşmış olsa dahi çok kıymetli olan zamanımı ihtiyatlı kullanamadığım için kendime kızacağıma eminim. Tek bir çalışma üzerine ömrünü büyük bir fedakarlık ile feda eden insanların, dönüşen bu dünyayı takip etmesi vakit kaybı mıdır yoksa vakitten tasarruf mudur? Bazı fikirler ve teorileri denemeye, yanılmaya, test etmeye bir insanın ömrü ne kadar da yetersiz kalıyor. Tahayyül edemediğimiz ve öğrendikçe küçüldüğümüz bu dünyada kendimizi kobay faresi gibi hissetmemiz bu yüzdendir belki de. Kendimizi dünyanın en gelişmiş canlıları olarak nitelendirirken, dünyanın bir fanus olduğunu ve milyarlarca insanın da deneye tabii tutulan birer kobay faresi olduğunu düşündüğümde tüm çabalarımın bir anda anlamsızlaştığını düşünüyorum. Burada bahsetmek istediğim; Tanrı inancından ziyade belirli sınırlar içinde bizi gelişime sürükleyen bir dünyada yaşıyor olabileceğimiz gerçeği. İnsanın dünyada kendine belirlediği rollerin yıllar içinde ne kadar değişime uğradığını incelediğimde bu gerçeğe inanmak için daha çok nedenim oluyor. Ailelerimizden bize aktarılan din, adet, gelenek ve görenek, yaşam tarzları olmasına rağmen her birimiz rolümüzü kendimiz belirliyoruz hatta senaryoya katkıda dahi bulunuyoruz. Eğlenerek geçirdiğim vakitlerde rolümün dışına çıktığım düşüncesinden kurtulamıyorum, sanki dünya dönmeye devam ediyor ve ben de olduğum yerde duruyorum gibi hissediyorum. Anlamsızlık, yetersizlik, doyumsuzluk hislerinin bu dünyanın en büyük lanetleri olduğunu ve insanlığın büyük bir bölümünün aynı hisleri paylaştığını düşünerek kendimi rahatlatıyorum. Sosyal medyada öne çıkarılmak istenen ve zamanın bir illüzyonu olan içeriklerden uzak durduğumda kendi yaşamıma daha kolay yoğunlaşabiliyorum. Değişmekte olan yaşamımın başlıca kaynağının kafatasımın içinde bulunan ve yaklaşık bir kilogram beş yüz gram ağırlığındaki beynim olduğunun farkındayım. Dünyanın değişiminin de bu küçük ama bir o kadar işlevsel olan organımıza bağlı oluşu ne kadar garip değil mi? Beynimizi ne kadar geliştirsek ve değiştirsek de yeniliklere açık olmadığı aşikar. Yeniliklerden ve öğrenmekten beslenen beynimiz neden bu kadar zor harekete geçiyor? Sanırım yalnızca merak edenlerin ve araştıranların uyum sağlamasını istiyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeni Dünyada Kobay Faresi
Science Fiction8 Milyarın Üzerinde Kobay Faresinin Olduğu Bir Dünya Hayal Edebiliyor Musunuz?