1

67 7 19
                                    

Hayat, insanoğlu için en başından beri karmakarışık olmuş. Hangi olaylar neye sebep olmuş, kiminin doğumu kimin ölümüyle çakışmış, kaç kişinin canı bir anda alınmış ve kaç kişinin canı bir anda bağışlanmış, hep şaşırmış insanlar. Açıklamak istemişler ama çaresiz kalmışlar. Bunun için farklı şeyler düşünmüşler. Kader demişler, birbiriyle bağlanan ipler demişler, tesadüf demişler... Demişler de demişler. Halbuki hayatla birlikte akıp giderken, bunun pek önemsiz olduğunu ölümle karşılaştıktan sonra öğreneceklerdir belki de.

Bana sorarsanız, ipler kulağa hoş geliyor. Bu olayı iplerle adlandırmak gerekirse, haydi bir ipin ucuna takılıp gidelim birlikte. Büyük bir şehirdeki, küçük bir karakol binasına.

"Hadi ama Chris!"

Sertçe nefesini bıraktı karakoldan çıkmak üzere olan polislerden biri. Üstüne tam oturan polis üniformasının gömleğini çekiştirip masasını toparlayan arkadaşını beklerken kapıya yaslandı yavaşça. Karakolda sadece onlar kalmıştı bu yüzden yüksek sesini pek dert etmiyordu, ki kalabalık olsalar da pek dert etmezdi.

"Dedim sana Changbin." Son cümlesini bir kez daha tekrarlamak üzere yavaşça dudaklarını ıslatıp unuttuğu bir şey kalmadığına emin olduktan sonra arkadaşının yanına doğru ilerledi Chris. "Cuma akşamlarını sadece Youngmi'ye ayırırım. Ve bugün ne?"

"Cuma." homurdandı Changbin. "Bir cuma olmasa ne olacak?"

"Olmaz."

"Bu yüzden hiç yok arkadaşın yok işte. Tüm karakol kaynaştı birbiriyle. Hiçbir davete gitmiyorsun. Sonra yalnız kalıyorsun. Ki, bugün senin için toplanıyorlar."

İkisi de aylak adımlarla yürümeye başlarken hafifçe gülümsemiş ve iç cebinden çıkardığı sigarayı önce Changbin'e ikram etmişti.

"Kızın olduğunda sen de anlarsın."

"Hep bu kartı oynuyorsun."

Omuzlarını silkip sigarasını yaktı ve yavaşça derin bir nefes çekip henüz yağmaya başlayan kara çevirdi gözlerini Chris. İçine beklemediği bir sıcaklık yayılmış, asla unutamadığı hoş bahar kokusuyla kalbine ince bir sızı girmişti. Kelimeler tıkandı boğazında ama arkadaşı cevap beklediği için yutkunup başını sağa sola salladı hafifçe. Halbuki her kar yağdığında aldığı bahar kokusunun tezatlığını seviyordu, hatta kalbine yayılan o sızıyı da seviyordu çünkü elinde o kalmıştı sadece.

"Küçücük kız. Söz verdim. Nasıl bozayım sözümü? Hangi baba sözünü bozar?"

"Chris..." Bir kez daha şansını denemek istedi Changbin. Bu karakolda Chris'e sözü geçen belki de tek kişiydi. "Bugün emniyet müdürü olmanı kutluyorlar. Gelmezsen adın çıkar. Bunu mu istiyorsun sen?"

Kaşlarını kaldırıp yavaşça Changbin'e döndü ve tek gözünü kısıp başını sağa eğdi hafifçe. Kış mevsiminin soğuk rüzgarları ikisinin de burnunu kıpkırmızı yapmış, dudaklarına soluk bir morluk bırakmıştı. Elindeki devasa çiçek buketini karakolun önündeki çöpe atıp elini silkeledi. Ne çiçeğin ne de emniyet müdürü olmasının önemi vardı gözünde. Ve bunu en iyi elbette Changbin bilirdi.

"Senin derdin ne Changbin? Çıkarsana ağzındaki şu baklayı sen bir."

Dudaklarını birbirine bastırıp huysuz bir şekilde önüne döndü ve kendine bile itiraf edemediği gerçeği mırıldandı arkadaşı.

"Endişeleniyorum işte." dedi. Sesi küçük bir çocuğunki gibiydi, çaresiz ve ısrarcı. "En son kendini böyle soyutladığın zamanlar aklıma geliyor. Gözümün önünde olmanı istiyorum."

stay alive [chanlix]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin