altıncı bölüm

55 9 2
                                    

Onur Aslan Whatsapp'tan size bir mesaj gönderdi.

Onur Aslan: Neredesin güzelim?

V: Fakültenin oradayım Onur asıl sen neredesin?

V: Ayrıca güzelim diyip durmasan artık?

Onur Aslan: Gördüm seni.

Onur Aslan: Geliyorum.

Soğuk hava tüm bedenime nüfuz ederken titremeden edemedim. Hava çoktan kararmıştı ve rüzgardan dolayı siyah saçlarımın birbirine dolandığını hissedebiliyordum. Tek isteğim eve gidip sıcak yatağıma geçmek ve uyumaktı ama önce ödevimi tamamlamam gerekiyordu.

"Veda?"

İsmimin seslenilmesiyle kafamı kaldırıp karşımdaki bedeni inceledim. Sarı saçları özenle geriye doğru taranmıştı. Üzerinde yapılı vücudunu saran siyah bir gömlek, kot pantolon ve siyah renkte bir kaban vardı. Dolgun dudakları, masmavi gözleri ve geçenlerde estetik olduğunu duyduğum düzgün burnuyla ilgiyi üzerine çeken birisiydi. Yakışıklı bir çocuktu, bunu asla inkar edemezdim ama asla ilgimi çekmiyordu. Düzeltiyorum; Uzun zamandır hiçbir erkek ilgimi çekmiyordu çünkü kalbimi ele geçiren o hislerin sahibi belliydi. Aser Karahan tam şu anda bile zihnimin her bir karışında kendini belli ediyordu. Bu bile ona ne kadar bağlandığımın kanıtı olabilirdi.

Sanki karşı cinsle uzun süre göz teması kursam bile ona ihanet ediyormuş gibi hissediyordum ve bu iğrenç bir durumdu. Benden haberi bile yoktu. Adımı bilmiyordu, kim olduğumu bilmiyordu, her gün belkide onlarca kadınla göz teması kuruyordu ve ben de olduğum yerde dönüp duruyordum. Harikaydı gerçekten.

"Selam," diye mırıldandım yalnızca. Elinde tuttuğu poşeti fark ettiğimde istemsizce kaşlarım çatıldı. "Umarım çizim kağıdını o poşetin içerisine sıkıştırmamışsındır, Onur." diye konuştum sert çıkmasına engel olamadığım sesimle.

"Şey..." dedi ne diyeceğini bilmez gibi. Bir elini ensesine götürdü ve orayı kaşıdı.

"Dalga mı geçiyorsun?" diye sordum poşeti elinden alıp içindekileri kontrol ederken. Tahminimde yanılmamıştım. Çizim kağıdı katlanmış bir şekilde poşetin içerisindeydi ve köşesinde kahve olduğunu tahmin ettiğin kurumuş bir iz vardı. Oysa ona resmi verdiğimde özellikle çantasında durması gerektiğini belirtmiştim.

Eğer ki resim okuyorsanız hocalarınıza ödev olarak vereceğeniz buruşuk bir kağıt parçası -özellikle lekeli olanlardan bahsediyorum- onlar için çöp torbasından farksız olmazdı. Hocalarımız çok katıydı ve resim çizmenin sadece yetenekten gelmediğine inanıyorlardı. Haksız sayılmazlardı. Bu işe saygı duymamızı istiyorlardı, sadece gördüğümüzü çizmemizi değil anladığımızı ve hissetiklerimizi de çizmemizi istiyorlardı. Çizilen resmi ancak bu şekilde kendimize ait kılabilirdik.

Onur gibi umursamaz, sadece yeteneğine güvenen bir sürü öğrenci vardı ama hocaların onlara tolerans sağlayacağını düşünmüyordum. Gerçi Onur gibi soy adı Türkiye'nin belirli yerlerinde nam salmış, babası holding sahibi bir çocuksanız bu tarz şeyler size işlemezdi. Bunu yakından gözlemlemiştim.

"Üzgünüm," dedi Onur, mahçup bir sesle. "Çalışırken köşesine kahve döküldü... İstersen senin için ödevi ben yapabilirim, Veda."

"Gerek yok, Onur." dedim poşeti elinden alırken. "En azından bunu telefonda belirtebilirdin. Boşuna o kadar yol geldim."

"Veda gerçekten özür dilerim. Bilerek olmadı."

"Onur sen iyi misin? Okula gelmek için kırk dakika yol çektim zaten. Hocaların ne kadar katı olduğunu biliyorsun, her şeyi geçiyorum daha önceden söylemek de aklına gelmedi mi? Neyin bahanesi bu?" dedim kendime engel olamadım. Bu çocuk salak mıydı? Zaten o kadar yol çekmiştim. Bir de ödevi baştan yapmam gerekecekti, gerçekten şu an sarı saçlarını yolmamak için kendimi tutuyordum.

YALIN'IZ | Texting Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin