sana eski mektuplarımda söylemeyi unuttuğum bir şey: burada gün her akşam aynı renge bulanır güneş batarken
— o kadar da mektup yazmadığımla ilgili yakınma lütfen. aklımın içi her dakika biri açılıp diğeri kapanan pandora kutularıyla dolu. bu taş toprak bulutundan kurtulabilsem yola çıkar yanına bile gelirdim oysa.
ve biliyorsun, ne kadar da imkansız bu —
güneş diyordum felicia, güneş her gün aynı renkte batıyor burada.
her gün daha koyu bir mora boyanan göz kapaklarım, oraya buraya takılıp vuran kemiklerim olmasa sanarım ki aynı günü tekrar tekrar yaşayıp duruyorum.
oysa benim filmimin bozulmayan tek bir karesi bile yok.
eğer dilimi iki kelam etmeye getirebilseydim sana pandoralarımda saklı bu hislerin yerlere düşmekten yıpranmış bir bedenin acısından daha büyüğünü bir kalbe nasıl böylesine çevik ve ağır bir şekilde hissettirebildiğini sorardım mektuplarımda.
zira bunlar öyle hisler ki güneşim karanlığa doğuyormuş gibi hissetmeden duramıyorum ilk münasebetimizden beri.
"aydan gözünü alamayan sen güneş hakkında ne diye umut beslersin?" demeni beklerdim bu satırları okurken ama beni yerin dibine iten anlayış yeteneğin aklıma düşüverdi az önce.
senin endişelerini harcadığın bu bedeni bir çırpıda yerle bir etmeye gönüllü birkaç düşünce zihnimin ara sokaklarına doluştu sonra da.
malum,
belki "güneş" derken benim karanlığımı aydınlatamayan bahtsız turlarımdan bahsediyorumdur şu yörüngedeki felicia.
belki benim eksenim evvelden beri kayıktır
ve ben kayıbımdır artık ebediyen.
—moony
haziran - ağustos, 2023