ilk tanışılan o gece¹

77 9 0
                                    

7.58

Tae Hyung telefonun sesiyle uyandı. Dün gece geç saatlere kadar çalışmanın etkisini ağrıyan sırtında hissediyordu. Elini telefonunun olması gerektiği yere uzattı.

"Nerede bu?" Gözlerini bir türlü açamıyordu. Eliyle biraz daha yokladı ama telefonu bir türlü bulamadı. Dün geceden kalma yorgunluğu telefonun sesinin nereden geldiğini anlamasına izin vermiyordu. Aramayı bırakıp gözlerini ovuşturdu. "Saat kaç?" Şöyle bir saate baktı. "8 mi?!" Geç kaldığını anlayınca yataktan fırladı. Saat 7'de uyanmış olması gerekirken bu kadar geç nasıl uyanabilmişti? Alarmı doğru kurduğuna emindi. Yüzünü bile yıkamadan dün çıkardığı kıyafetlerini giymeye başladı. Ütülemesi gerekiyordu ama zamanı yoktu.

"Bayan Min beni geberticek." Bayan Min ona bakan yetkili personeldi. Bugün "ayın iş değerlendirmesi" günüydü ve geç kalırsa yarı zamanlı çalışan pozisyonunu kapma olasılığı sıfıra inerdi. Çalıştığı yerde stajyerdi ki bu da köle demenin resmî yoluydu. İşten atılması an meselesi olduğu için aynada kendine bile bakmadan kapıya koştu. Son anda telefonunu ve çantasını almak için geri döndü. Saat çoktan 8'i geçmişti bile. Kapıdan fırladı ve iş yerine yürüme mesafesi olan 20 dakikayı heyecandan 5 dakikada katetti. Neredeyse 2 araba ona çarpıyordu.

Sonunda binanın kapısına ulaştı. Gerginlikten elleri terlemişti. Kapıyı yavaşça açtı ve içeri girdi. Kimseyle göz göze gelmemeye çalışarak ikinci kata çıkmayı planlıyordu. Tam merdivenlere ulaşmıştı ki tanıdık bir ses duyuldu.

"Kim Tae Hyung." İşte duymak istemediği o sesti bu. "Size sesleniyorum Kim Tae Hyung." Sesin sahibine baktı. Bayan Min elinde şu an Kim Tae Hyung'un elinde olması gereken dosyasını tutuyordu. Her gün saat tam 8'de masasına koyması gereken dosya.

"Evet efendim?" Tae Hyung ellerini önünde bağladı ve yiyeceği azarı duymak için hazırlandı.

"Bu dosyayı ben kendim almak zorundaysam senin burada işin ne?" Kadın dosyayı Tae Hyung'un gözüne sokarcasına sallamaya başladı. "Senin yapman gereken işleri ben yapacaksam sana neden burada ihtiyacımız olsun? Kendini özel falan mı sanıyorsun? Basit bir stajyerken bile geç kalıyorsan burada kalabalık yapmana hiç gerek yok." Bağırmıyordu ama sesi o kadar sert çıkıyordu ki bağırsa daha az korkutucu olurdu. "Hemen bunu al ve masama koy. Kahvemi de hazırla. İş çıkışı seninle özel bir konuşma yapmamız gerekicek." Bu atılacaksın demekti. Tae Hyung yerin dibine girdiği için mi üzülse yoksa atıldığı için mi bilemedi. Başvurduğu 14. iş başvurusuydu ve bunda da batırmıştı.

19.00

"Kovuldun!" Ve işte o son söz. Ne kadar yalvarmışsada Bayan Min yüzüne bile bakmamıştı. Bir süredir işler yolunda gitmiyordu bu yüzden iş değerlendirmesi çok kötü geçmişti. Bugün geç kalmasaydı bir şansı daha olabilirdi belki ama artık çok geçti. Tae Hyung yıkılmış bir şekilde odadan ayrıldı. Koridorda ilerlemeye başladı. Eskisinden daha uzun gibiydi. Asansöre yaklaştığında durdu ve arkasına baktı. Son umudu da yıkılmıştı. Yakında kirayı ödemesi gerekiyordu ama yeterince parası yoktu. Hiçbir şeyi yoktu. Asansör açıldı ve birisi Tae Hyung'a çarparak dışarı çıktı. Bu kaba harekete diyecek bir şeyi yoktu. Asansöre bindi ve zemin kata indi. İçeride pek kimse kalmamıştı. Kalanlardan biri sabahki olaya şahit olmuş olmalı ki Tae Hyung'a acıyarak bakıyordu. Muhtemelen o da böyle kovulma hikayelerini çok yaşamıştı.

Binadan ayrıldığında akşamın serin rüzgarı yüzüne vurdu. Üşüdü. Onu serinletmesi gerekiyordu halbuki. Ne yapacağını bilmeden yavaş adımlarla yürümeye başladı. "Kovuldun." diyordu kafasındaki ses. "Şimdi ne yapacaksın? Beş parasızsın. Ailen seni böyle görse kim bilir ne kadar utanırdı. Yakında buraya gelicekler. Onları ağırlayacak bir evin olucak mı? Ailenin yüz karasısın." Ailenin yüz karası. Baban ben demiştim diyecek. "Tıp oku, hayatını kurtar." Annen ben demiştim diyecek. "Üniversite okursan güzel bir mesleğin olur. İnat etme Tae Hyung."

"Özür dilerim anne, özür dilerim baba." Tae Hyung kendi kendine konuşmaya başladı. Birisi görse deli zannederdi. Gerçi şu an bu pek de umrunda değildi. Sahile geldiğinde bir yere oturdu ve okyanusa baktı. Karanlıkta ne güzel gözüküyordu? Ama Tae Hyung için boş bir su parçasından fazlası değildi.

Bir süre dalgaları izledi. Kafasında bir sürü düşünce dönüyordu. Keşke dalgalar bu düşünceleri alıp götürebilseydi, dedi içinden Tae Hyung. Saat 00.00 olmuştu bile. Eve gitmesi gerekiyordu artık. Evden fazlasıyla uzakta kalmıştı. Kalktı. Sahile şöyle bir baktığında uzakta bir silüet gördü. Aynı kendisi gibi okyanusa kitlenmişti. Kim bilir o neler düşünüyordu. Bir anda onunla konuşmak istediğini fark etti. İçinde biriken şeyleri bir yabancıya anlatmak.

Yabancıya doğru yöneldi. Yaklaştıkça bu silüetin genç bir kadına ait olduğunu gördü. Yüzündeki göz yaşları ve şişmiş dudakları bir süredir ağladığını gösteriyordu. Yine de çok güzeldi. Tae Hyung düşüncelerinden utandı. Bu genç kadın aklını bir süreliğine de olsa işten uzaklaştırmıştı.

"Merhaba." Kendisi sapık gibi hissetti. Belki de bu kötü bir fikirdi diye düşünürken genç kadının sesini duydu.

"Merhaba."

"Oturabilir miyim?" Genç kadının yanındaki yeri işaret etti.

"Hı hı." Bu evet demekti. Tae Hyung rahatsız etmemek için biraz uzağa oturdu. Bir süre birlikte okyanusa baktılar. Genç kadın pek konuşmaya istekli görünmüyordu ama Tae Hyung şansını denemeye karar verdi.

"Senin için de mi kötü bir gün?" Evet anlamında başını salladı. "Ben Tae Hyung."

"Ji Soo."

Tae Hyung anlatıp anlatmamak arasında kalmıştı. Birbirlerini daha tanımıyorlardı bile ve her şeyi anlatma fikri biraz tuhaf görünüyordu. Yine de içinde birikenleri birisine anlatma hissi ağır geldi ve konuşmaya başladı. "Söyleyeceğim şey biraz tuhaf gelicek ama bir yabancıya açılmanın ikimiz için de iyi olacağını düşünüyorum." Ji soo belli belirsiz başını salladı. "Peki, o zaman ben başlıyorum." Tae Hyung derin bir nefes aldı. "Uzun bir süredir iş arıyorum. 1 ay önce en sonunda stajyer olmayı başarabildim ama bazı aksilikler oldu. Bugün geç kaldım. Bu yüzden de kovuldum. Param kalmadı. Hiçbir şeyim kalmadı ve ailem büyük ihtimalle benden nefret edicek." Tae Hyung sonunda bunları birisine söyleyebildiği için rahatladı. Biraz hızlı bir şekilde anlatmıştı ama bu bile onun için yeterliydi. "Peki ya sen? Senin neden..."

"... kalbim kırık mı?" Ji Soo ona baktı. İlk kez göz göze geliyorlardı. Tekrardan ne kadar güzel olduğunu düşündü. "Bana evleneceğimizi söyleyip başka bir gün yeni evimiz için aldığımız yeni yatağımızda bir başkasıyla onu gördüğüm için. Benim seçtiğim yatakta... nişanlımla... arkadaşım." Bunları tiksinerek söyledi. "Evleneceğim adam." Sesi titremeye başladı. "Beni sonsuza kadar seveceğini söyleyen adam." Yeni bir ağlama krizi. Tae Hyung Ji Soo için kötü hissetmişti. İkisinin de derdi farklıydı ama ikisinin de umutları yıkılmıştı. Bu iki ruhun da kalbi kırıktı.

Tae Hyung içgüdüsel olarak elini Ji Soo'nun omzuna attı. Normalde yanlış bir hareketti sonuçta birbirlerini tanımıyorlardı ama ikisi için de bu şu an önemli değildi.

Birisi içinden ağladı, diğeriyse göz yaşlarını tanımadığı bir adamın omzuma akıttı.

i met her on a monday night┆tae.soo ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin