Adımı, yaşımı, mesleğimi... yada neden buraya geldiğimi sormadı. Sadece bir çocuğun masallara kaç yaşında inanmayı bıraktığını merak ediyordu. Cevabından en çok korktuğum soruyla başlamıştı. Gerçekten bakmadan önce görmeyi başarmıştı bu adam. Soruyu düşündüm içimin derinliklerinde. Masallar? Hani çocukken anlatılanlardan mı? “Bir varmış bir yokmuş” diye başlayan masallar mı? Benim dinlediğim masallar “bir varmış, bir yokmuş” diye başlamıyordu. “hiç varmış, hiç yokmuş” diye başlıyordu. Böyle bir başlayan bir masala inanmayı kaç yaşında bırakabilirdim ki. Vereceğim cevabı bilerek bekledi.
“Belki bu size tuhaf gelecek ama hiç inanmadım ben masallara. Benim masal dinlemeye hakkım var mıydı ki? sanırım bir masal dinleseydim o masalın adı “yedek çocuk” olurdu.” “yedek çocuk mu? İlgi çekici bir masal olurdu. Ben dinlemek isterdim. Uzun süre çocuk kalıp masalını dinlemek isterdim.” Benim masalımı dinlemek istermiş ha? Bağırmak istiyordum ona “sen ne anlarsın ki, yedek çocuk olmaktan. Kahraman masalı sanıyorsun galiba” ama niye yapamıyorum. Neden acıyorum bu adama. Elimi uzatsam paramparça olacakmış hissediyorum. Sanırım ikimizde çocuk olmamıştık. Erkek çocukları daha serbest büyür gibi gözükse de aslında daha kuralcı büyütülüyoruz. “Peki kabuslara inanmaya ne zaman başlarsın?
Kabuslar mı? Ne yapmaya çalışıyor bu adam? Neden böyle sorular soruyor? Kendini mi anlatmak istiyor yoksa beni mi anlamak istiyordu. Bu sohbet bir oyun gibiydi. Peki susan mı kaybedecekti? Sevmedim bu oyunu. Ama kalkıp gitmekte istemiyordum. Ne olursa olsun konuşmanın sonuna kadar kalmak istiyordum. Beni bu soru – cevap oyununun içinde tutan bilmeceyi çözmeliydim. “Rüyalarımızı besleyip onların kabus olduklarını söylemeye başladığımızda inanırız onların kabus olduklarına.”
................... yutkundu. Hey! adamım görüyorsun ki, bu oyunu iki kişide oynaya bilir. Hazırdım bir sonraki sorusuna. Peki bu adam, ne zaman soru sormayı bırakıp kendini anlatacaktı. Bunu ona sormalı mıydım. Hayır şimdi zamanı değil, doğru zamanı beklemeliyim. Gözbebeklerindeki ıslaklık git gide parlıyordu, öyle ki kendimi görebiliyordum onun göz bebeklerinde. Kendimi onun gözlerinden tanımaya çalışırken, kulaklarımı sağır etme noktasına getiren sorusunu sordu.
KARANLIK???????????
Büyük harflerle boş bir sayfaya yazılmış tek kelimelik bir soru. Aynı anda yutkunduğumuzu fark ettik. K-A-R-A-N-L-I-K bu sekiz harf otuzlarına gelmiş bu iki adamın yutkunmasına yetmişti. Karanlık kelimesini söylerken her şey büyüyordu.
Kitapçı, kahve fincanları, eskimiş masa hatta kucağımda huzurla uyuyan kedi bile. Belki de biz küçülüyorduk bu kelime karşısında. Ben yerimden kalkamazken o dışarıda ki yağmura karışıp gitmek istiyordu bilinmezliğe. Hemen bu düşünceden kendimi uzaklaştırmalıydım. Kafamı başka taraflara çevirmek istedim dikkatimi dağıtabilecek bir şeyler bulmalıydım. Ama sanki bütün bedenim bir kuklacının elindeymiş gibi kaskatıydı. Sadece önüme bakabiliyordum. O zaman bende önüme bakarım. Adamın masasının üzerinde duran ellerine bakıyordum. Avuç içlerinde tırnak izleri vardı. Ve tırnak diplerine kan oturmuştu. Baş parmaklarının köşeleri o kadar çok aşınmıştı ki damarından geçen kanı görebilirdim. Fincanı her tutuşunda acıyor olmalıydı. Her bir parmağını öpüp tek tek sarmak istiyordum. Bir erkeğin yakışık almaz sapkın düşüncesi olarak nitelendirilirdi eminim. Ama şuan benim umurumda değildi. Umurumda olan tek şey onun hissettiği acıydı. Kendi avuç içlerime baktım istemsizce, porselen fincanın sıcaklığı silmişti tırnak izlerimi. Adam, bu davranışımı fark etti. “onlar sadece basit birer yaşanmışlık izi. Kabuslar ise....” deyip sustu.
Artık cevap verme sırası ondaydı. Ama bu haksızlık kendi sorusuna cevap veremez. Henüz ona soracak bir sorumda yok. İçten içe vereceği cevabı merak ediyordum. Sustu nefes aldı, sustu nefes aldı.... bir kaç saniye böyle devam etti. Sözlerini tamamlamamı ister gibi baktı gözlerime. Hadi ama! senin yerine cevap vermemi nasıl beklersin. Unuttun mu bu iki kişilik bir oyundu. Bu durumda ben mi kazanmış oluyorum, henüz çok erken kazanmak için. İyi düşünmeliyim eğer onun yerine cevap verirsem, onun cevabından kaçamayacağı bir soru hakkım olur diye düşünüyorum. Ben bu adam olsaydım nasıl bir cevap verebilirdim. Onun nefes alıp sustuğu yerde ben nefes vererek sorusuna cevap verdim.
“Kabuslar ise yaşadığımızı hissettiriyor artık. Çünkü alıştık. Karanlık ve kabuslarla baş etmek için onlardan beslenmeyi öğrendik. Onlardan beslendik ve karşılığında ruhumuzu sarmalarına izin verdik.”
O cümleleri söylemeyi hiç istemezdim ama dudaklarımın arasından döküldü kelimeler. Stresten yenmiş tırnakları ile dokundu göğsündeki yapboz parçasına. Bir erkeğin göğsünde yapboz parçası dövmesi. Dokunmak istesem kesin “ ne yapıyorsun lan!” deyip parmaklarımı kırardı. Kendime engel olmak için uyluklarımı birbirine bastırdım. “Yapbozları bilir misin? Onlar hakkında ne düşüyorsun?” “Çocukken eğlenceli gelirlerdi bana. Ama büyüyünce fark ettim ki, her parça hayatımdan bir parçaydı. Yerlerine oturtulmaya çalışırken yıpranmış parçalar. Yetişkinken bitirdiğim binlerce parçalık yapbozdan elimde hep bir parça kalırdı.” Sözümü keserek tekrar dokundu göğsüne, kibar bir adamdan saygısızca bir davranış diye düşündüm. Sözümü kesecek kadar önemli ne söyleyebilirdi. Göğsünü tırnağıyla çizdiğini fark etmiyordu bile. “Bu eksik değil, bu eskimiş bir parça. Biraz hüzünde , biraz neşede, heyecanda, endişede, sokaktaki bir tango dansında, bir fahişenin Makarna Puttanesca’sında, tutkuda, sevgide, öfkede, aşkta, belki de siyah rüyasında aldığı bir kaç tane siyah incide.... olmak istiyor. Ama olamadı, merak etme o kadar kötü değildi. Bende hepsini bu parçanın etrafında topladım.” İyi ki de kesti sözümü, sohbet boyunca belli belirsiz görünen tebessümler artık belirgindi yüzlerimizde. Dudaklarımızın kenarları pembeleşmişti. Etrafımda ki onlarca kitabı neden merak etmediğimi şimdi anladım. Çünkü; karşımda gerçek bir hikaye vardı. Her sorusu bir sonra ki soruyu merak ettiriyor, her cümlesi de bir sonra ki cümlesini heyecanla beklettiriyordu.
Not: Burcu Demir ( Saye) tarafından yazılmıştır. İzinsiz kullanılamaz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çikolatalı Sufle Ve Yap-boz
RomanceHikaye Türü: Boys Lover's İnsanların çoğunluğu Tanrı'nın Dünya'yı denge içinde yarattığını söyler. Siyahın dengi beyaz, karanlığın dengi aydınlık, hüznün dengi mutluluk, kadının dengi erkek... bu liste uzun bir şekilde devam ediyor sanırım. Peki ya...