akşamsefası günlükleri

251 20 4
                                    

İçerik uyarıları:

Okumak üzere olduğunuz kurguda intihara teşebbüse ilişkin kısımlar bulunmaktadır. Bahsi geçen her şey kurgusaldır. Yazarın ve diğer gerçek insanların hikayede olanlarla bir alakası yoktur.

•••


Yaşadım.

Ne yaptığımı, ne yediğimi, ne giydiğimi, ne hissettiğimi ve ne dediğimi bilmediğim yirmi altı yıllık bir hayat yaşadım.

On yedinci yaşının güzel olacağını uman bir çocuğun geleceğindeki kırgınlıkları yaşadım, kalpte bırakılan çivileri taşıdım, bazen de sinirle kafamı kaşıdım. Peki kazancım neydi?

Sıfır papel. Sıfır şans. Sıfır arkadaş. Sıfır umut.

Ders mi çalışmalıydım? Pişman mıyım? Sanmıyorum. Boşluk hissini sevmiş gibiyim. Öyleyim. İtiraz etsem de içten içe melankolikliği sevdim. İtirazlar sadece insanların kendilerini kandırması için açılan tarot kartları gibidir. Birini seçer ve kendini kandırma yolunda dikenli bahçelerle sırnaşıp durursun. Kazandığın şey ne mi olur? Acı. Saf acı.

Bu acı ele diken batması, sıcak tencereye temas etmek veya düşünce kalkarak kanayan deri parçası gibi bir acı değil. Çünkü fiziksel acı, ruhsal acıyla karşılaştırılamaz. Yasal olmamalı.

Bu ruhsal sancıyı değiştirmek için ne denedim? Şarkı yazdım, dışarı çıktım, para kazanmayı denedim, dans etmeyi denedim, gitar çalmayı denedim, yeni yemekler denedim, yaşamayı denedim.

Son bir anım vardı, o da arka sokağa çöp atmaya giderken gördüğüm ağlayan palyaço. Tanrım, ağlayan bir palyaço. Makyajı silinmiş sayılırdı, süt kadar berrak tenine ay ışığı yansıyor, sanki mümkünmüş gibi daha da parlak bir ışık yaymasına sebep oluyordu. Kahve tutamlar yüzüne dökülüyor, şeffaf damlalar hafif pembe yanaklarını ıslatıyordu.

Ona neyi olduğunu sordum: "Neyin var?" Aslında bunu yaptığıma kendim bile şaşırmıştım. Ben bile dilsiz olduğumu sanırdım. O da şaşırmıştı fakat şaşırışı benim konuşmama değil, aniden soru sormamaydı. Yanına, kaldırıma oturup elinde tuttuğu kırmızı burna bakan bedene baktım sadece.

"Neden bu kadar zor?"

Sorduğu soru, yaşamaktan daha da zordu. Atom modelleri gibi bilimsel gelişmelerin açıklanması bile daha kolay gelmişti o an gözüme. Kuantum atom modeli gözümde canlandı, çok da zor değildi. Fakat bana iletilen soru, iç çekmeme neden olmuştu. "Bilmiyorum." Ne dediğim hakkında bir fikrim yoktu. Ölmeyi düşünürdüm ben. Ölmenin en ucuz ve kolay yolunu aradığımdandı bu kadar ayakta durmam. Dört yöntem denesem de yapamamıştım. Daha iyisini bulamamıştım. Ölememiştim. Belki de gerçekten istememiştim.

Belki de içten içe harbiden de seviyordum bu denli derin acıları yalnız başıma yaşamayı. Bir yaz akşamı Fuji eteklerinde yaptığım kampı hatırlıyorum. Hava çok serindi fakat gökyüzü tertemizdi. Acılarım sanki yok olmuş gibi hissetmiştim. Bay Nushima adında, ellili yaşlarının sonlarında olan bir profesörle karşılaşmıştım tesadüfen. Kibrit yakarsam külüne arıların geleceğini söylemiş, ateşimi yakmam için bana çakmağını vermişti. Zippo çakmağın ağır benzin kokusu midemi altüst etse de, onun bu dediğine inanmıştım.

Ah, Lee Minho, ah. Sen cidden zavallısın. Arılar yalnızca canlı ve güzel çiçeklere giderler. Kim senin ateşinin lanet külünü ne yapsın!

"Bazen belirsizlik iyi gibi gelse de," dedi. Gözlerindeki yaşlar sağanak yağmurdan bile beterdi. Yakasına kadar terlemişçesine ıslanmıştı. Ya kostümün emilimi kötüydü ya da bu çocuk delirmişti. "... öyle gelse de..." Onu dinledim. Beni dünyasına almıştı. Bir baloncuğun içinde, onun sokaklarında dolaşıyorduk. Ben onun manzarasını izliyordum, o ise elindeki kırmızı burnu. "... Neden?"

akşamsefası günlükleri, jeonghoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin