Seungmin'in ceketini giyiyordum ve sahildeydik. Onun omuzlarında olduğu gibi bende de hafif pot duruyordu. Güvende hissediyordum. Esintiler geçiyordu aramızdan. Yanaklarımızı öpüp saçlarımızı karıştırarak ayrılıyorlardı. Yan yanaydık. Huzurluydum. Bu dünyada uğruna yaşayabileceğim bir şeyler olduğuna inanmak üzereydim. Onu bulabilirdim.
Buradan ayrılıp Urfa'ya gitmemiz gerekiyordu. Seungmin gerçeği orada bulacağımızı söylemişti. Bugün, Kahire'de konaklamaya başladığımızda yolu yarılamıştık. Zor olan kısmı tamamlamıştık. Dinlenmeye devam ediyorduk. Yalnızca bir günlük araydı bu. Kimseye bir zararı olmazdı. Bu huzuru bu kadar çabuk kaybetmek istemiyordum.
"Üç dakika. Sana bir şey soracağım. Cevap verdikten sonra bu konu hakkında ikimiz de konuşmayacağız."
Sustum. Bekledim. Sol tarafta, uzağımızda devasa bir liman ve limanın neon ışıklarıyla beraber paslı metal bacalardan çıkan dumanlar kaplıyordu kadrajı. Yemi yüz yılın denetimsiz dehşet teknolojileri. Hiçbir şey devletlerin umrunda değildi. Gelişmek artık insanların bireysel meselesi olmuştu. Yeni buluşlar yerine eski parçalardan icatlar el değiştirerek dünya harcanmaya devam ediyordu ama sorun her zaman vardı, aslında hiç sorun olmamıştı. Dünya bir şekilde insanlara ayak uydururdu.
"İntikam alabilir misin?"
Sadece üç dakika. Sorgulamak için vaktim yoktu ama neyden bahsettiğini sorduğumda cevap vermeyeceğini biliyordum.
"İntikam almak için bir şey yaşamadım."
"Sevdiklerini kaybetseydin."
"Hiç kaybetmedim."
Bana bakarken bir şey söylemeye yeltendi. Ceketimin yakalarına tutundum. Seungmin ağzını açmaktan vazgeçti. "Siktir et." dedi.
"Sor. Kazanan sensin. Ceketi neden verdiğini de anlamadım ama."
Bu kez tamamen bana dönüp karşımda durdu ve sert bir ifadeyle, temelinde de ufak bir hüzün ve korkuyla şöyle kenetlendi bana. Sahile çarpan bir dalganın sesiyle beraber birkaç damla onun çıplak omuzlarına sıçradı.
"Ölmüşe çare yok," dedi. Anlamamı beklemedi. Kendi kendiydi. Önce ayaklarımızın altındaki kuma baktı. Saçları uçuşmaya devam etti. Yeniden bana döndü.
"Birinin ceza çekmesi gerektiğini düşünüyorsan o cezayı vermelisin."
Sanırım ikimizin de kafası hala güzeldi.
"Veririm, Seungmin. Hayatım o kadar renklenirse bu önerini hatırlayacağım."
"Peki, Jeongin'in yanına gitsek iyi olur."
Çömeldikten sonra dizlerimi uzatıp denize karşı güzelce uzanırken, "Sen git," dedim ona. "Ben burada uyumak istiyorum."
Karşı çıkmak ya da laf etmek yerine bana uyup yanıma uzandı. Kısa bir süre sonra ikimiz de uykuya dalmıştık. Bana edilen haksızlığa ceza vermeye çalışacak biri değildim. Asla birinin canını kendi canım rahatlayacak dek acıtacak gücüm olmamıştı. Ben susardım. Canım acırken insanların gözünün içine bakar ve özür bile dilemelerini beklemeden dururdum işte öyle. Seungmin endişelenmemeliydi. Ben güçlü biri değildim. Özürlere inanmazdım. Olan yalnızca olmuş olurdu çünkü. Belki de özür dilenecek biri olduğumu düşünmüyordum. Ben özürü hak etmiyordum.
Seungmin bana amacını gerçekleştiremeyen ruhların bir an önce dünyayı terk etmeleri gerektiğinden bahsetmişti. Eğer kadere göre amaçlarını gerçekleştirmeye giden her yol sarpa sarmışsa yok olunmalıydı. Düzende işe yarayamayan ortadan çekilmeliydi. O da bu yüzden ölmüş. Amacını gerçekleştirememiş. Şimdi ise yanımda, sadece yaşıyor çünkü bir an önce ruhunun ölmesi için bir başka meleğin onu öldürmesi gerek. Bunu istiyor muydu bilmiyorum, anlayamadım. Hayattan alacağı bir zevk kalmamış gibiydi. Bu noktada benzerlik taşıyor olabilirdik. Ölmüyor ve gezip tozuyor. Belki de Jeongin gibi asla kavuşamayacağını bildiğinden, ondan önce ölemeyeceğinden aşık olmaktan kaçıyor. Acaba ruh eşleri neredeydi? Seungmin anlamı nasıl bulmuştu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sahra'yı yiyen tilki 2min
Fanfiction22.yüzyılda bazı mistik olaylar ve olayların kapsamı içinde mani olunması gereken bir aşk.