Bazen görmek ve işitmek fazla gelirdi. Duyularım fazla uyarılır, bedenim kendini imha etse dahi ruhum bu dünyada azap çekmeye devam edecek olurdu. Kaçamazdım. Uzuvlarımdaki enerji ne kadar fazla olursa olsun bu topraklarda hapistim ben. Yaşamımı tamamladığıma ise Seungmin'in yanı başında emin oldum.
Birlikte uzanıyorduk. Tenim tenine kokmuş, ağırlığı üzerime düşmüştü. Rüyalar çoğu şeyi açıklıyordu. Peki ya şimdi ne olacaktı? Ben ona aşıktım, o da bana. Bundan öncesinde beraber olmuş, yine birbirimizi bulmuştuk. Maceraya bir son vermeli ve bunun tadını çıkarmalıydık. Gerçekleri öğrenip öğrenmemek arasında çok fazla gidip geliyordum. Seungmin bana dur deseydi her şey daha kolay olabilirdi.
Onu henüz öpmemiştim. Yani bir deda daha öpmemiştim. Bir sığınaktı. Güvendeydim. O da huzurlu göründüğünden bunu bozmuyordum.
Seungmin kimsesiz olarak biliniyordu, kimsesi de yoktu gerçekten. Beni bulana kadar tabii. Şimdi ne yapmak istiyordu acaba? Evrenin yok oluşuna kadar beraber kalabilirdik. Bana uyardı ama bunu yapabilmek için canımızı sürekli tehlikeye atmamız gerekirdi. Gökyüzünde yaşamalıydık.
"Yola çıkmamız gerek, Minho." Bu sözü sevmedim. Ben halimden memnundum. Biraz daha mila verebilirdik. Kararımızdan vazgeçebilirdik.
"Gerçeği öğrenip ne yapacaksın?"
"Gerçeği biliyor gibi konuşuyorsun." Evet biliyordum ama "Meleğim işte," dedim kısaca. O da anlamış olmalıydı orasını. Hissediyordu. Ondan saklayacaktım ama bir bağımız olduğunu anlamaması imkansızdı.
"Geçmişimizden bahsediyorum, Minho. Bu dünyada karşılaştıysak bir meselemiz olmalı."
Bu kadar meraklı olması beni rahatsız ediyordu çünkü içimde bir ses o gerçeğin ikimize de huzurluk vereceğini söylüyordu ama görünüşe göre bu otel odasından çıkıp Kadim Fırat civarlarında yaşayan Seungmin'in tek umudu o âlimle görüşmekten başka şansımız yoktu.
Bedenimi onunkinden ayırdım ama kalkarken onu öpmedim. Birbirmize ait olduğumuzu bildiğimiz halde içimizden geldiğince davrananıyorduk. İkimiz de buz gibiydik bu aşkta.
O da kalktı, hazırlandık. Bana yalnızca meleklerin aktive edebildiği bir hançer verdi. Şimdilik kullanamayacak olsam da alıp önceden Seungmin'e ait olan ceketimin içine sakladım. Ona da oteljn aşağısında bir eskiciden daha yeni moda gözüken ve Seungmin'e hiç de uymayan bir motorcu ceketi alıp yola koyulduk. Biz ilerledikçe iklimler değişti. Fırtınalar ve seller koptu. Sonunda varmıştık.
İnsan eli değmemesinin imkansız olduğu ormanlık bir bölgede, taşlar arasına hapsedilmiş bir mabeddeydik. Etrafta minik heykelcikler ve bu heykelciklerin üzerinde tütsüler vardı. Burası, bu yüzyıla ait görünmüyordu.
Seungmin'in elini tuttum. Bu tutuş, bu dokunuş ve sıcaklık belki de son kez yaşanıyor olabilirdi. Kötü şeyler geliyordu ve bundan emindim.
Hala yoldan dönebilirdik.
"Ne olduğu umurumda değil Seungmin. Sadece seninle olmak istiyorum."
Bana öyle baktı ki foyam ortaya çıktı. Hüznünü gizleyemedi. Bu kadar inat etmemeliydi. Ses etmedi. Yüzüme bakmıyordu. Beraber ine doğru yürüdük.
Birbirimizi belki de asırlardır tanıyor olmanın yanında daha yeni tanışmıştık kaderin bu bölümünde. Seungmin'in öğrenmek istedikleri ise benim hislerime ve isteklerime hizmet etmiyordu. Ben onun ellerinden tutmak, başını okşamak ve dudaklarından nefes almadan öpmek istiyordum ama o her şeyi berbat etmeye niyetliydi. Bu niyeti bozmadan önümüzdeki devasa ahşap kapıyı tıklattı. Bir sisin içine düştük. İlerledik ve gözünün akı olmayan, bir deri bir kemik o yaratığın yanına vardık. Bu hiçbir değişime uğramamış, uzun süredir yaşayan yaşlı bir insan bedeniydi ve içinde ruhani yönden güçlü bir varlığın yaşadığı anlaşılıyordu.
"Hoşgeldiniz," dedi buruşuk elleriyle içeriyi işaret ederken. Seungmin ve ben yere, minderlere oturduk. Bu in, farklı bir ekosistem gibiydi. Her şey mitsel, asırlar öncesine dair bir yaşamı anlatıyordu.
"Sonumun böyle olacağını tahmin edemedim. Bu yüzden görememiş olmalıyım." Âlim, öleceğinin haberini veriyordu ve bunun sebebi bizdik. Seungmin'le ürperdik. Elimi bırakmıştı.
Adam karşımizda bağdaş kurarak derin nefesler aldı. Kendimi sormaktan alıkoyamadım: "Onun yaşamına mâl olacağını biliyor muydun?"
Seungmin başını iki yana salladı. Vazgeçmeliydik.
"Sorun değil, Minho. Hepimizin bir amacı var. Tamamlayıp gitmemiz gerekiyor. Ben de ikinizinkini öğrenmenize yardım edeceğim."
Çoktan kabullenmiş görünüyordu. Bizi gördüğüne şaşırmadığına göre duraksamadan hareket etmesk anlaşılırdı.
"Sizi bağlayan şey bir kordon. Bunu görebilmek için gözlerimi kapatmam yeterli. Olanları öğrenmek içinse hatırlamanız gerek sadece. Size hayat enerjimi vereceğim."
Önce benim elimi alıp Seungmin'in omzuna yerleştirdi. Yavaşça oturduğum yerde Seungmin'e döndüm. Seungmin de aynısını yaptı. Alnını benimkine yasladı.
"Ne kadar uzun süreceğini bilmiyorum." dedi âlim. Ona değil Seungmin'e bakıyordum. Sanki aklından geçenleri duyabiliyor, kalbini kendi kalbim içinde hissediyordum. Gözlerim yavaşça kapanırken gördüğüm son şey aramızdaki bağdı.
☆
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sahra'yı yiyen tilki 2min
Fanfiction22.yüzyılda bazı mistik olaylar ve olayların kapsamı içinde mani olunması gereken bir aşk.