iki, iskele babası

64 12 19
                                    

taehyun konuşuyordu.

taehyun her zaman konuşurdu.

bu dediğimi yanlış anlamayın, ama tam manasıyla kafa ütüleyen bir kemirgendi. sessizlik onun baş düşmanıydı ve asla susmazdı. bazen aynı anısını yirmi kere anlatırdı, bazen adını bile duymadığım bir yemeğin tarifinden bahsederdi veya hiçbir şey bulamazsa dersler hakkında konuşurdu.

ilginçtir, taehyun'un yüzüne baksanız bırakın dersler hakkında konuşmayı okulun yolunu bilmediğini sanardınız. kırış kırış kıyafetleri ve sürekli çektiği burnuyla uyuşturucu işine bulaştığını bile düşünürdünüz.

işin aslı bu konu hakkında yedi kere ihbar edilmişliği de var, üçünde ben de yanındaydım.

sanırım ilkinden sonra ondan uzaklaşmam gerekirdi ama sadece beş para etmez itibarıma eklenen minik bir çizikti. yüzlerce kusurum arasında belki de en miniğiydi.

"kutup ayılarının karaciğerinde çok miktarda a vitamini olduğu için karaciğerlerini yersen ölürsün. ilginç, değil mi?"

ağzımdaki naneli şekeri hımlayarak dilimin üzerinden kaydırırken pakette kalan diğer şekeri susmasını umarcasına ona uzattım.

beni deli ediyordu.

benim sessizliği yıkma yöntemim düşünmekti, düşünmekten yorulursam müzik dinlemekti. hiçbiri işe yaramazsa koşmaktı.

sahil yoluna, yolun ta sonundaki kimsenin uğramadığı pas ve yosun kaplı başıboş balıkçı barakalarına kadar ciğerlerim patlayana kadar koşardım ben.

eskiden, bileğimi sakatlamadan önce koşmak benim için çok daha kolaydı. bir şeyleri düşünmemek de öyle. "kendimden kaçmak" benim için sadece düşüncelerle veyahut sessizlikle savaşarak yapılacak bir eylem değildi.

ben gerçekten hem mental hem de fiziksel olarak kendimden kaçardım.

tabi bu saçmalığın dik alasıdır, kendimden kaçmak için kullandığım yolda bile sonsuz kere kendime toslardım. yere düşer, kalkar, tekrar koşar ve tekrar düşerdim. sonsuz bir kısır döngüdeki sonsuz adımlar, sonsuz yaralar ve sadece sonsuz kere kendime rastladığım benim kadar başıboş sokaklar.

taehyun'la da ciğerim patlayana kadar koştuğum bir gecede tanıştım. neden koştuğumu sorsanız zerre hatırlamıyorum. hatırladığım tek şey durmak nedir bilmeden koştuğum ve barakaların girişindeki ağaca tırmanmış olan pis bir sokak kedisine aşağı inmesi için dil döken taehyun'a hızımı alamayıp çarpmamdı.

üç saattir ağaçtan indirmeye çalıştığı kedi o gürültüyle irkilerek atladı ve sokak lambalarının sonlandığı karanlık sokakta kayıplara karıştı.

yere düşmesi ve kedinin kaçması taehyun'u sinirlendirmeliydi. ama o sadece beni üzerinden itekleyip "özür dilerim." demekle yetindi. beni itişindeki sertliğine tezat bir şekilde sesi yumuşak ve samimiydi.

saçmaydı, özür dileyişinin saçmalığından yaşadığım kafa karışıklığıyla uzattığı eli tutup beni ayağa kaldırmasına izin vermiştim.

o zaman fark ettim ki gri saçları ve tozlanmış kıyafetleriyle karanlıkta kaybolan pis sokak kedisinden farksızdı.

üzerimi silkeleyip hedefimin tam zıttına, arkadaşlarıyla taşları tekmeleyip birbirlerini silkeledikleri yere giderken gereksiz bir gerginlikle takip etmiştim onu.

üretim hatası • yeonbinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin