ben çok düşünürüm.
öyle böyle değil, ölümüne düşünürüm ben. yüzmeyi bırakırsa öleceğini sanan bir köpek balığı gibi ben de düşünemediğim an öleceğimi sanarım. köpek balıklarını bilmem de benimki sadece varsayım, doğrusunu da yanlışını da ispatlayamam anlayacağınız. düşünmeyi bu çalkantılı ömrümde hiç bırakamadım.
yine de insanın kendisine ne kadar yabancı olsa da bir nebze tanıyabileceğini düşünüyorum, sanırım düşünmeyi bıraksam ölürdüm.
ama zaten bırakamam, düşünmeyi bırakmaya en yakın olduğum dönem düşünmeyi bırakmak hakkında düşündüğüm dönem.
bazen taehyun gibi olmak istiyorum.
o pek düşünmez, dalga nereye vurursa oraya savurur kendini. yüzüne, sırtına, neresine gelirse orasına vuran darbeler hiç mi hiç umrunda olmaz.
temelde çok benzesek de özünde hiç benzemeyiz taehyun'la. o başını da sonunu da düşünmeden yapar her şeyi; ben başını da sonunu da düşünür yine yiyeceğim haltı yerim afiyetle. gıkım da çıkmaz sonra, "neden böyle oldu?" "vah, vah" lara girmem hiç. keşkelere pabuç bırakmam.
sonuçta ne istediysem, ne düşündüysem sonuna kadar onu yaptım. isyan edeceğim, pişman olacağım bir şeyim yok benim.
veya o kadar çok şeyim var ki geriye almak istediğim, ağzımı açıp kabul etmeye mecalim kalmamış artık.
bilmiyorum, her ne sebeple olursa olsun ben isyan etmiyorum.
onun yerine sürekli kendime küfrediyorum. ağza alınmayacak, sesli söylemeyeceğim küfürler hepsi. annem duysa sinirlenir biraz, babam duysa bıyık altından sırıtır.
bir de soobin vardı.
soobin, aptal soobin. üç aşağı beş yukarı gördüğüm en aptal insandı o. üzerinde düşünmeye bile değmezdi. ben de pek düşünmezdim bu yüzden.
bir yandan da düşünemezdim. onu yolda gördüğüm günün üzerinden üç gün geçmişti ve doğruyu söylemek gerekirse onu bu süre zarfında iki kere anca görmüştüm.
birinde sarışının yanına adımlıyordu, diğerindeyse ıslak elleriyle lavabodan çıkarken peçete olmamasından yakınıyordu.
geri kalan sürede aynı sınıfta olmamıza rağmen ön çaprazımda kalan sırasına gözümü bile çevirmemiş, kendi aklımda ondan uzak durmuştum.
bu bir tavır değildi.
sadece uğraşmak istemedim, büyük bir ihtimalle de biraz hevesim kaçtı. bir sebebi yok, heves bu. aniden gelir gider. çok da eşelemeye gerek yoktur aslında altını.
soobin bir heves midir derseniz, soobin benim için koskoca bir heves kargaşasıdır. onun için her şeye heves ederim ben. sahibini görünce kuyruğunu sallayan köpek misali, görmem yeter işte. neye heveslendiğimi ben de bilmem.
ama zaten, yaşamak da ölmek de bir heves meselesi değil midir?
hem zaten okulda konuşmazdık biz, konuşamazdık. onun kendi tarafı benim kendi tarafım vardı da denilebilir.
ne kadar yırtık, ne kadar da umursamaz olsak da özünde birkaç avuç ergeniz biz. kim ne der, kim ne ister hiç umurumuzun ucundan geçmezken aslında hep birilerini düşünerek bir şeyler yaparız.
bu yüzden ergeniz ve bazı şeylere muhtacız sanırım. sevgi ve onaylama yani, sanırım bunlara muhtaç hissetmediğimiz zaman büyürüz.
büyümek ölümdür anlayacağınız, sadece ölüler sevgiye ve onaya ihtiyaç duymaz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
üretim hatası • yeonbin
Fiksi Penggemaryeonbin. "arızalı, üretim hatası bir makineydim ben. oysa sahip olmayı hayal bile edemeyeceğim her şeydi."