Balo salonu şen şakrak sohbetler ve hareketli danslarla uğuldayıp dönse de Jiwoong bütün bunların altında bir sıkıntı aramadan edemiyordu. Nasıl herkesten daha hızlı, daha zeki ve daha hazırlıklı olabilirdi? Karanlık köşenin nispeten huzurlu ortamında, dans edecek kimseyi bulamayanları, fısıldaşanları izledi. Ancak bakışlarını dans pistine çevirdiğinde yanlış yere baktığını fark etti. Bela, partinin en hareketli yerinin ortasında, müstakbel damatla dans ediyordu. Siyah kafası çocuğun kahverengi kafasına doğru eğilmiş, dinliyor; tutkulu dudakları, hızlı samimiyetlerini gözler önüne serercesine gülümseyip mırıldanıyordu. Jiwoong belayı Hanbin'den başka bir yerde arayarak neden vakit kaybetmişti ki?
Fevri kardeşi, kurt adamlarla cadılar arasında sağlanan barışın şartları konusunda aydınlatmamakla hata mı etmişti? Bütün saygın kan davaları gibi, bu kan davası da iki aile arasında yapılan bir evlilikle sona eriyordu ve Jiwoong vampirlerin yapılan anlaşmayı bozmayacağına dair söz vermişti. Hanbin'in kendisine ait olmayan şeylere karşı garip bir tutku beslediği düşünülürse Jiwoong onu zapt etmenin yolunun, Hanbin'in dikkatini Hao ve nişanlısından uzak tutmak olduğunu sanmıştı. Ne var ki bu plan feci şekilde başarısız olmuştu.
Karanlıkta, bir sütunun etrafında dolaşarak ağabeyinin yanına giden Ricky, "Gördün mü?" diye iç geçirdi. "Ne olduğunu bile bilmeden her işe burnunu sokuyor."
"Ona şimdi söylememiz lazım." diye homurdandı Jiwoong, hata yaptıklarından emindi. "Kendisi öğrenirse daha kötü olur."
"Ne zaman daha iyi oldu ki zaten?" Ricky giderayak taşı gediğine koyduğundan emin bir şekilde dans pistine döndü. Ricky her fırsatta, Hanbin'le baş etmenin mümkün olmadığını açıkça dile getirse de Jiwoong'un pes etmeye niyeti yoktu. Üçü bu kadar zamandır -yaklaşık bin senedir- hayatta kalmayı ve birbirlerinden kopmamayı başarmışlardı. Biri olmayınca diğerlerinin de bir geleceği yoktu.
Hanbin'e işaret etmeye çalıştı ama dikkatini yalnızca kısa bir süre çekebildi. Hanbin bakışlarını anında yeniden yarı cadıya çevirdi. Jiwoong çocuğun, kardeşine ne söylediğini merak etti.
O sırada araya girmek olmazdı. Jiwoong borazanların çalışını, Hao'nun kardeşinin yanından ayrılıp müstakbel kocasının yanına gidişini eli kolu bağlı izlemek zorunda kaldı. Çocuğun yanaklarındaki pervasız pembeliğe bakılırsa, Jiwoong onun Hanbin'i parmağında oynattığından emindi. Hanbin'in ilk baştaki niyetinin büyük ihtimalle onunla karnını doyurmak olduğu düşünülürse Jiwoong çocuğa içerleyemiyordu. Ama görünüşe bakılırsa yaramazlık yapmasın diye dikkat edilmesi gereken tek kişi Hanbin değildi.
"Cadıları kandırıp New Orleans'ta kalma izni koparttınız anlaşılan." diye bir ses gürledi kulağının dibinde. "Bana kalsaydı, sizi gerisin geri Saint Louis'e fırlatırdım." Park Jeongwoo gerçek düşüncelerini saklamayan bir adamdı. İri yarı ve güçlüydü. Yüzünün sağ tarafındaki acayip yara iziyle, kurda dönüşen bir insanı değil de insan gibi davranmaya çalışan kurdu andırıyordu. Kusursuz şıklıktaki ceketi bile, vahşiliğini bastıran bir uygarlık yansıması yaratmayı başaramamıştı.
"Jihoon'un nişanı hayırlı olsun." diye kibarca karşılık verdi Jiwoong. İri yarı, ters dişli adama vampir dişlerini göstermemek için zor duruyordu. "Gurur duyduğunuza eminim."
Jiwoong içeri gizlice girdikleri gerçeğine takılıp kalmaktansa orada boy göstermenin, güçlü klanlara saygılarını sunmanın daha önemli olduğunu düşünmüştü. Böylesine mutlu bir olayın yaratacağı gerilimi hafife almıştı belki de.
"Bir cadı gibi düşünüyor, bir cadı gibi davranıyor." diye homurdanan Jeongwoo başıyla küçümsercesine Hao'yu gösterdi. "Babası, oğlunun yetişmesinde rol oynayamayacak kadar erken öldüğü için yazık oldu. Yine de ebeveynleri sembolik de olsa işe yarayacaktır. Yanında getirdiğin şu yaratık, kıza dişlerini geçirmeye kalkmazsa tabii. Kardeşini bu sefil ölümsüzlükten kurtarmayı düşündün mü hiç?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lost and found | haobin
Fantasyköken vampir ailesi bin sene evvel birbirlerine bir söz verdi. her zaman ve sonsuza dek bir arada kalacaklardı. ama verilen sözleri tutmak ölümsüzken bile kolay değildi.