Kitabın içerisinde üyeler arasında ilişki, argo ve cinsellik yoktur. Aşk değil polisiye - gizem kitabıdır."Benim suçum." Jungkook dalgınca mırıldandı. Ne kadar denerse denesin bakışlarını yerdeki parçalanmış bedenden çekemedi. Cesetin başından akan kan yağmurun etkisiyle etrafa dağılmıştı. Olmaması gereken bir pozisyonda durduğundan insanın içini ürpertiyordu. Genç oğlan titrek adımlarla geriledi. Etrafını çevreleyen dağların üstüne devrilmesini onu bir anda yok etmesini istedi. Dünyadan, bütün uzadan uzaklaşmak ve yapayalnız kalmayı elindeki her şeye değiştirirdi.
"Benim suçum."
Bağırarak bir daha tekrarladı. İçi içini yiyordu.
"Benim suçum!" kanlanmış elleriyle başının iki tarafını kapattı. Zangır zangır titriyordu. Yavaşça dizlerinin üstüne çöktü. Bir şeyler yapması gerektiğinin farkındaydı. Fırtına daha da şiddetlenip kanıtları etrafa dağıtmadan önce her şeyi halletmeliydi.
"Cesedi saklamam lazım." aklından geçen düşünceyle gözlerini kapattı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
O an gökyüzü günün en şiddetli şimşeğiyle aydınlanarak cesedin dehşetini gün yüzüne çıkardı.
XXX
Artık neredeyse her gün gördüğü rüyanın etkisiyle yatağında korkuyla zıpladı Jungkook. İlk bir kaç saniye kendine gelmeyi bekledikten sonra nefesini düzeltmeye çalıştı. Yine korkuyla kalkmıştı. Rüyanın her saniyesini ezbere bilmesine rağmen uyandığında nefes nefese ve terle kaplı olarak kalkıyordu. Kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi atarken zorla kendini oturur pozisyona getirdi. Kollarını titreyen bedeninin etrafına sardı ve odada yankılanan nefes çekişleri eşliğinde bir kaç dakika sessizce bekledi. Normalde kabuslarını defterine yazardı. Ama bugün kendinde değildi. Sanki bir boşlukta süzülüyormuş gibi öylece nefes alıp veren bir canlıdan farkı yoktu.
Biraz sakinleşmenin ardından ellerini yüzüne götürdü ve ıslak yanaklarını sildi. Daha bunun gibi kaç tane kabus göreceğini bilmiyordu. Yutkundu. Dayanacak gücü kalmamıştı. Bıkkınca ayaklarını yataktan sarkıttı. Dikkatini dağıtma amaçlı pencereden dışarıya baktı. Hemen önünde duran tahta kulübe onun için bir çok kötü anıların ana merkeziydi. O küçücük alanda çok fazla acı çekmişti. Külübenin camından içeride bir şeyler kıpırdıyormuş gibi olunca gözlerini kapattı. Halisilasyon görmeye alışıktı. Bu başına ilk kez gelmemişti ne de olsa.
Daha fazla durmak istemedi ve küçük odasından çıkarak mutfağa doğru adımladı. Abisinin erkenden meyve toplamaya gittiğini varsayarak kızarmış yüzünü yıkama gereği duymadan rahatça ilerledi.
Mutfağa adım atamadan durdu ve abisinin görüntüsüyle şaşkınlıkla kapı girişinde kalakaldı. Onu ilk kez bu saate evde görüyordu. Normalde asla işini aksatmayan abisi bugün gitmemişti. Bu işte bir tuhaflık vardı.
"Niye işe gitmedin?" merakla sordu. Aynı zamanda elini yüzünü yıkamadığına pişman olmuştu. Yüzüne bakan biri ağladığını direk anlardı.
" Ekmek soğuyor. Hızlı ol."Abisinin soğuk sesiyle kaşlarını çattı. Anlamadığı bir şeyler döndüğü belliydi. Sorusuna cevap almayı umarak bir daha tekrarladı." Hyung bir şey mi oldu? Niye işe gitmedin? "
Abisi Jin duymazlıktan geldi. Boş gözlerle tabağına baktı. Muhtemelen hiç birini yiyemeyecekti. Boşuna hazırlamıştı. " Kahvaltını yap ve eşyalarını topla. "
Jungkook sadece " ne? "diyebildi.
"Sana bakabilecek gücüm kalmadı Jungkook. Artık gitmen gerek." Jin'in sözlerini kalbini bir ok misali deşerken kırgın gözlerle baktı. "Nereye gideceğim?" sordu genç oğlan zoraki bir sesle. Yeniden ağlamaya yakın gözüküyordu.
"Ben onu ayarlayacağım. Şimdi hemen kahvaltını yap ve bir daha dönmeyeceğin şekilde hazırlanmaya başla."
Jungkook bir müddet abisine baktı. Hepsinin bir şaka olduğunu söylemesini bekledi.
XXX
O gün Namjoon bir kaptana yakışır şekilde erkenden kalkmış erzakları kontrol etmek için güverteye çıkmış sayım yapıyordu. Yakında çıkacakları seyehat için oldukça heyecanlıydı. Daha önce hiç bu kadar malı yanında götürmemişti. Eğer işler istediği gibi giderse büyük bir kazanç elde edebilirdi. Kendi kendine paranın miktarını düşünürken yanına genç biri yaklaştı ve elindeki bir kese altını gözlerinin önünde salladı. "Lütfen onu yanına al. Parasını vereceğim. " Jin yanında duran kardeşini işaret etti.
" 16 yaşında sağlıklı. Her işi yapar. Çok yeteneklidir."
Namjoon çocuğa baktı. Karşısındakinin aksine çocuk yıkılmış görünüyordu. Donuk yüz ifadesiyle onları dinliyordu. Siyah saçlarını kalktıktan sonra taramadığı açıktı. Üstü başı düzgün olsada kıyafetlerin eski olduğu belli oluyordu.
"Yetimhane değil burası." dönerek cevap verdi .
" Lütfen. Onu bırakacak yerim yok. Lütfen."
Namjoon umursamamaya çalıştı. Bu zamana kadar bir çok muhtaç insana yardıma koşmuştu. Daha fazla yardım etmesine gerek yoktu. Onlardan uzaklaşırken genç koluna yapıştı.
" Lütfen götür onu. Benden uzaklara gitsin." dolu gözlerle yalvardı.
Ağlayan haline acımamaya çalışsada bu konuda çok beceriksizdi. Namjoon hayır anlamında başını iki yana salladı. Ağzını açtığı takdirde bir şekilde kabul edeceğini bildiğinden sustu.
"Onu bırakacak bir yerim yok. Kimsem yok." Jin şansını zorlamaya devam etti. Pes edemezdi. Amacına ulaşasaya kadar asla durmayacaktı. Son çare olarak Namjoon 'a yaklaştı ve kulağına Jungkook' un duyamayacağı şekilde fısıldadı. Kimse Jin'in o an dediğini asla bilmedi. Ama geri çekildiğinde Namjoon düşünceli görünmüş ve kabul etmişti.
"Tamam ama bir daha asla geri alamazsın. Benim çalışanım artık. "
Abisi zorla başını salladı ve kardeşinin elinden tutup yüzüne baktı. Veda saati gelmişti. Bunca yıl bakıp büyüttüğü kardeşini terk etmesi kolay değildi. Hedefi uğruna feda etmesi gereken kişinin Jungkook olması onu da çok üzüyordu.
"Onlarla git Jungkook. Sakın dönme. Beni aramayada asla gelme. Ben yokmuşum gibi yaşa."
"Senin yapacağın gibi mi?" jungkook abisinin bakışına sinirle karşılık vererek sordu. Kırgınlığı öfkeyle yer değiştiriyordu.
"Evet benim yapacağım gibi." diye yanıtladı Jin. Cevabının arkasından hızlıca güverteden inip gitti ve arkasına dahil bakmadan uzaklaştı.