4: photographer in white t-shirt

391 48 68
                                    

"Bilinmeyen bir gelecek, en korkutucu gelecektir."
-Franz Kafka

Başlangıç ve son, sabah ve gece, zıt kutuplar gibiyken, tüm bunların arasındaysa büyük bir bilinmezlik. İşte bu belirsizlik içinde, hayatın sırrını çözmeye çalışırken yolumuza çıkan ipuçlarını takip etmekten başka çaremiz yok gibi görünüyor.

İlk kez gideceğimiz bir yere gitmeden önce genellikle çekiniriz. Hatta oraya yalnız gidiyorsak, daha da fazla çekinebiliriz. Üniversitenin ilk gününü iple çekenler, o günü yaşadıktan sonra anlarlar ki günlük hayattan tek farkı, tanımadığınız kalabalığın içine dalmaktan ibarettir. Hatta çoğu zaman rahatsız edici olbiliyordu.

Üniversitedeki ilk günümü hatırladığımda önümde canlanan ilk şey, sahte gülümsemelerdi. Herkes birbirini tanımak isterken aslında birbirine oyun oynuyordu ve bu oyunun en çarpıcı kısmı gülümsemekti. Gülümsemek aslında çok ciddi bir eylemdir. Sadece biz insanlar bunu basit bir şekilde ifade ediyoruz. Şimdi yine deja vu yaşar gibi yeni üniversitemin ilk gününü yaşıyordum. Bu kez farkı, içinde birçok tanıdığımın da bulunduğu bir ortamda olmamdı. 'Sağlık Bilimleri Fakültesi' yazılı binaya girip dersimin olduğu sınıfı ararken, içimdeki çekingen hissin yerini yorgunluk almıştı.

O parti gecesinin sabahı hiçbir şey yaşanmamış gibi kahvaltı masasına oturmuştuk, her zaman yaptığımız gibi. Sonra günler birbiri ardına geçip bu güne gelmiştik, hiçbir amacımız olmadan.

Sonu gözükmeyen bu beyaz koridordan sağa sapara. 314 numaralı odayı gözüme kestirdim. Japonya'daki derslerimle büyük bir fark olmayacağını söylemişti buraya geldiğim ilk gün profesör. Umarım gerçekten öyle olurdu, çünkü hayatım da düzene koyduğum tek şey eğitim hayatımdı ve onun da başarısız olmasını göze alamazdım.

Gözüme ilk çarpan boş masaya çantamı ve elimdeki not defterini bıraktım. Erkenci olduğum için henüz sınıf dolmamıştı. Herkes birbirini tanığı için çoktan koyu sohbetlere dalmıştı bile. Bu sınıftan yeni olduğumu anlamış olacaklar ki bazıları bana bakarak bir şeyler fısıldıyorlardı. Duymasam bile benim hakkım da konuştukları barizdi. Rahatsız edici olsa da üstelemedim. İnsanların içindeki merak duygusu her zaman zafer çalardı. Bu hisse karşı koymak büyük çaba sarf ettiren zor bir süreçti. Dersin başlamasıyla tüm dikkatimi vermeye çalışıp dinlemeye koyuldum. Yapabileceğim başka bir şeyin olmaması da bunu destekliyordu.

Aklıma dolan anıyla istemeden de olsa dudağımın kenarı kıvrıldı. Daha Japonya'ya gittiğim ilk senede lise ikiye geçiyordum. Hiç tanımadığım ülkede lisede okumanın verdiği zorlukla yalnız olmamın verdiği yabancılık duygusu daha da içime kapanık biri yapmıştı beni. İlk gün sadece bir çocuğun yanının boş olmasıyla oturdum o sıraya. Umarım konuşmak zorunda kalmam diye içimden dualar ederken dünyanın en konuşkan neşeli çocuğuyla tanıştım o gün - Daniel. İyi ki o gün tüm her yer doluydu da orada oturmak zorunda kaldım.

Şimdi kilometrelerce uzakta olan arkadaşımı özlemiştim. Ona karşı hala mahçuptum. Onu her seferinde kendimden uzaklaştırmam yetmiyor muş gibi kaba davranmıştım. Yaptığım her şeye rağmen benimle lise sona kadar aynı sırada oturmuş, aynı masada yemek yemiş, aynı üniversiteye kabul olmuş hatta en sonunda benimle yaşamaya bile razı olmuştu. Ben ise yaptığı tüm fedakarlıklara rağmen ördüğüm duvarın tamamını bile yıkamamış, üstelik açıklama bile yapmadan korkakçasına onu yalnız başına bırakıp eski hayatıma dönmüştüm.

Dersin bittiğini belli eden konuşmasıyla eşyalarımı toparlayıp bildiğim tek yere kafeteryaya yüz tuttum. Başka bir gün burayı turlayıp öğrenmem gerekiyordu. Fazla büyük ve karışık bir yapıya sahipti. Kahvaltı bile yapmadan aceleyle yetişmeye çalıştığım dersime aç karna girmiştim, Sunghoon'un beni beklememesine kızamıyordum da.

n.o.r | sunki Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin