Giriş

3 1 0
                                    

Savaş, köyümüzün tüm genç erkeklerini çağıracak kadar büyüdüğünde henüz on altı yaşındaydım. Şimdi ise yirmi iki yaşındaydım ve abimi yıllardır ilk kez görüyordum. Sağ kolunu yaraladığı için cephenin arkasına oradan da dinlenmesi için köyüne yollanmıştı. Ama içten içe biliyordum ki sıkıntı sadece kolunun yaralanması değildi. Başka bir şeyler olmuştu abime. Gözlerindeki ışığı, sesindeki neşeyi, dokunuşundaki sevgiyi götürecek bir şey.

"Aqilah, abine biraz şarap getir." Annemin sesi yapmakta olduğum işe odaklanmamı sağladı. Biraz pirinç ve sebzeyle yemek hazırlamaktaydım. Ellerimi eteğime silip abime şarabı götürmek için bahçeye çıktığımda ateşin başında abimin anlatacaklarını dinlemek için toplanan kalabalığı gördüm.

"Savaş yakında bitecek gibi değil."

"Peki Batılılar bizimle neden anlaşma yapmaya yanaşmıyor?" "Evet, evet söylesene Haru abi."

Başında toplanan onca genç arasında abime merakla bakan yaşlılar da vardı. Abim ağzını açıp konuşmak istedi ama bundan anında vazgeçti. "İçiniz rahat olsun, topraklarımızı işgal edemeyecekler." Beni görünce de kurtarıcısını bulmuş gibi elimden şarabı çekip aldı.

"Bu gece cephede kazandığımız zaferimize içelim!" diyerek kadeh kaldırdı.

Gençler içkiyi görünce anında dikkatlerini konudan çekti ama yaşlılar endişeliydi. Herkese içki doldururken bir yandan da göz ucuyla abimi izliyordum. Cephede kaldığı süre boyunca iyice bronzlaşmış, çekik gözlerinin kahverengisi siyaha çalmıştı sanki. Topuz yaptığı siyah saçlarının arasında beyazlar çıkmıştı. Geniş ve güçlü omuzları, gıda sıkıntısından dolayı erimişti. Sağ kolu sargıdaydı ama o bile sol eli gibi titriyordu.

Yemek faslı bittiğinde gece yarısını çoktan geçmişti. Şimdi ateşin başında yalnız ben ve abim kalmıştı. Annem dayanamadığını söyleyip uyumaya gitmişti, babam ise içkiden dolayı sızıp kalmıştı. Ateş önümüzde çatırdarken abimin gözlerine bakmamak için kendimle savaşıyordum. "Sormak istediklerin var değil mi?" dedi küçük kız kardeşini ne kadar iyi tanıdığını gösterirken. Dudaklarımı birbirine bastırdığımın farkında bile değildim konuşana kadar.

"Orada, Batılılar yok değil mi?" diye fısıldadım. Bu soruyu sormak, seslendirmek bile neyle savaştığımızın gerçekliğini yüzüme çarpıyor ve ürkütüyordu.

"Ne yani devlerle mi savaşıyoruz?" Haru, zoraki bir kahkaha attı. Gözlerimi gözlerine diktim.

"Altı yıldır görüşmüyoruz ama senin ne kadar değiştiğini görebiliyorum. Sen savaşa gitmeden evvel köyün en cevval genciydin. Hiçbir şeyden, hiç kimseden korkmazdın. Ama şimdi ortada bir şey yokken bile titriyorsun! Bana yalan söyleme çünkü ben bunları yemem, duydun mu beni?"

O an ne olduğunu bilmiyordum ama abim kalkıp gitti. Sanki ben burada hiç yokmuşum, biz bu konuşmayı hiç yapmamışız gibi. Ateşin karşısında kalakalmışken içten içe haklı olduğumun farkına vardım. Biz belki de hiç ama hiç bitmeyecek bir savaşa girmiştik, belki tüm dünya bu haldeydi ve belki kimsenin ama kimsenin bundan haberi yoktu. Cephenin gerisinde savaşın bir gün biteceğini umarak her şeyden habersiz, hazırlıksız bir şekilde bekliyorduk. Sanki kasabın geleceğinden habersiz koyunlardık ve bunu cephedekiler ve imparator dışında kimse bilmiyordu.

YaratıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin