"Jeongguk evde misin?" Bayan Jeon'un özenle diktiği ama kurumaya yüz tutmuş çiçeklerinin saksısının altından aldığım yedek anahtarla içeriye girerken etrafa baktım ve ardımdan kapıyı kapayıp anahtarı cebime koydum. Ev oldukça sessiz olduğu için Jeongguk'un çıkmış olabileceğini düşünüyordum. Saat çoktan dokuzu geçti, belki de gelmemeliydim..
"Odanda mısın?" Odasının kapısını tıkladığımda ses gelmeyince içeri girdim ve etrafa baktım. Gerçekten evde yoktu, beni davet etmesine rağmen evde olmayışına karşın dudaklarımı büzüp yatağına oturdum ve elimi siyah yatak örtüsünün üzerinde gezdirdim, sanki hiç gelmiyormuş gibi etrafı inceledim.
Jeongguk'un odası gri ve siyah karışımı bir odaydı, gri duvarlarda bir sürü rock grubu posterleri, birkaç plak ve üzerinde kocaman nirvana simgesi olan bir duvar örtüsü vardı. Kenarda siyah ibanez gitar ve yine siyah martinez klasik gitar duruyordu, camın kenarında da pianosu vardı. Küçüklükten beri çalıyordu, annesi ona ders aldırırken kapıdan onu dinlediğmi hatırlayıp kendi kendime gülümsedim. Pianoyu çoktan bırakmıştı, üstü tozlu duruyordu.
Başımı sağa çevirdiğimde kocaman bir çalışma masası, son model bilgisayar, alt alta bir sürü kulaklık, ritim tableti ve üst üste bir sürü kitapla karşılaştım; bazı kitapları kitaplığına sığmadığından yerdeydi, amfisinin yanında bir sürü kablo vardı. Sonra gözüm giysi dolabında takılı kaldı. Bana giymem için bir sürü hırka ödünç verse de eninde sonunda ona geri verdiğim için pişman hissedip dolaba doğru yürüdüm, dolabın kapağını açmamla yüzüme onun kokusu vururken ellerimi ceketlerinde gezdirdim. Bir sürü deri ve siyah-mavi kot ceketi vardı. Okulda sadece okul kıyafetiyle duruyordu, saçı hep düz şekilliydi ve gözlükleri gözlerini gizlediği için hiçbir şekilde dikkat çekmiyordu, kaslarını gömlekle bir şekilde saklamayı başarıyordu ve günün yarısında maske takıyordu. Onu okul içinde daha farklı bir şekilde hayal edip dudaklarımı birbirine bastırdım. Hayır böylesi daha iyi, dikkat çekmemesi daha iyi.
Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım ve giysilerinden birine uzanacağım sırada ne zaman geldiğini fark etmediğim beden arkamda belirip tek eliyle dolabın kapaklarını kapattı. Başta irkilip korktum fakat Jeongguk'un duş jelinin kokusunu tanıyordum, bu kadar yakın durması da onu tanımamı kolaylaştırmıştı. "Ne yapıyorsun Tae?" kulağıma eğilip mırıldandığında ıslak saçlarından dökülen birkaç damla yanağımı ıslattı. Sakin kalmaya çalışıp önümü ona döndüm ve dolaba yaslandım. Yanlış bir şey yapmadığım için mahçup görünmemeye çalışıyordum fakat eli hala başımın yanında, sadece belindeki havluyla sırılsıklam bir şekilde bana bakan Jeongguk kalbim için gerçekten çok fazlaydı.
Kısa saçlarını geriye atsa da birkaç tel alnına dökülüyordu, gözlerimi yüzünden ayırmamaya çalıştım. "Dolabına bakıyordum."
"Onu fark ettim."
"Seslendim ama duymadın." Yutkunup başımı çevirdim ve duvarı boş bakışlarla seyrettim, yanaklarım yanıyordu.
"Duşta seni duyamam." Dolaba yasladığı elini geri çekip çenemden hafifçe tuttu ve ona bakmamı sağladığında gözlerimi büyüttüm, dudaklarım kendiliğinden aralanırken sadece bir saniyeliğine odağı dudaklarıma kaydı, sonra hafifçe gülümseyip çenemi okşadı ve benden uzaklaştı. Hiçbir şey olmamış gibi olduğum yerde durmaya devam edip kollarımı birbirine bağladım. "Beni çağırıp yine partilemeye gittin sandım."
"Önceliğim sensin."
"Tabii."
"Ben ciddiyim yalnız?" Üstlerini yatağım kenarına koyup çarşafın üstüne oturdu ve bana baktı. "İzlemek mi istiyorsun."
"Hayır, salak." Arkamı dönüp ellerimle gözlerimi kapadım.
"Görmediğin şey sanki."
"Sus Jeongguk."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Obsessed
Fanfiction"Çünkü ben yazdıklarından fazlasıyım; zihnindeki karanlığın temeliyim ve aydınlığa çıksan bile gözlerini kapamak isteyeceğin kadar bağımlı olacağın bir tehlikeyim," "Başa çıkabilir misin?" /durdu