one

65 5 67
                                    

Anahtarı deliğe sokup iki kez çevirdikten sonra açılan kapıyı ittirerek duvara dayanmasını sağladım.

Ayakkabılarımın bağlarını çözmek için eğildiğimde yağmurdan dolayı ıslanmış saçlarımdan birkaç damla yere düştü.

Anahtarı eşiğin önüne bıraktıktan sonra ayaklarım tam anlamıyla özgürleştiğinde adımlarımı içeri yönelttim ve eve girip kapıyı kapattım. Ev sıcaktı ama üstüm ıslak olduğu için titriyordum.

Yağmurdan dolayı tamamen su içinde kalmış çoraplarım her ayağımı yere bastıkça içinde sıkışmış suyu yere salıyordu, onları çıkarıp elimde tuttum ve yukarı kata çıkmak için adımlarımı merdivene yönelttim.

Üstümdekileri çıkartıp duş kabinin kapısını açtıktan sonra ıslak zemine bastığım çıplak ayaklarımın üşümesiyle vücudumun titrediğini hissettim.  Suyu açıp başımdan aşağı akıtırken kendime bazı sözler veriyordum içimden bir yandan.

"Bu sefer düşünmeyeceğim, sadece suyun kafamda kurduğum aptal senaryoları akıtmasına izin vereceğim."

Su beni yavaşça rahatlatmaya başlamıştı. Ilık su cildime değdiğinde ilk ürperişten sonra su damlalarının tenimde kayarak ince yollar çizmesine izin verdim.

Düşüncelerden birkaç saniyeliğine uzaklaşmış olsam da aklıma gelen proje ödevi meselesi her şeyin içine tam anlamıyla sıçmıştı.

Beynimin içinde tekrardan ve tekrardan savaş vermeye başlamıştım bile, savaş verdiğim kişinin kendim olduğunu bile bile.

"Henüz sadece bir hafta geçti, sakin olmalıyım, sakin kalmalıyım. Daha bir ayı var, hala geç değil. Bu kadar olumsuz düşünmem sadece bir senaryo, ödevim yetişecek"

Aklımda kendimi susturmaya çalışma çabaları devam ediyordu, sonra bir an gerçekten düşünmekten çıldıracak duruma geldiğimde duş kabininde yere çöküp yüzümü ellerimin arasına aldım.

Dizlerimi kendime çektim.

Su top gibi küçülen bedenimi ıslatıyordu, gözlerimden yaşlar döküldü. Gözlerimdeki yaşlar belki beynimin içinde verdiğim savaşta dökülen kanlardı.

Ne kadar öyle durduğumdan emin değilim ama anahtar sesini duyduğumda düşünce dünyamdan çıkıp hızlıca duşumu tamamlayarak bornozumla çıkmıştım banyodan.

"Neredeymiş benim güzel oğlum?"

Annemin aşağıdan gelen sesini duyduğumda onu meraklandırmamak adına,

"Üst kattayım anneciğim duş aldım,üstümü giyinip geliyorum hemen." dedim.

"Tamam ama üstünü kalın giyin, üşütüyorsun bak sonra."

Sesini duyuramayacağını düşündüğünden bağırarak sesleniyordu.

Seviyordum annemi, o da beni severdi. Bazen kavga ederdik ama beni sevdiği için sinirlendiğini biliyordum. Bu ona olan sevgimi etkilemezdi bu sebepten.

Üstümü giyinip aşağı inmiştim, annem marketten aldığı poşetleri yerleştiriyordu o sırada.

Ona yardım etmeye başlamışken kapı çaldı. Annem bana merak eder bakışlarla baktığında elimdeki poşeti masaya geri bırakıp kapıya doğru adımladım.

Kapıyı açtığımda karşımda Felix'i gördüm. Her zamanki güneş gibi sıcak gülümsemesiyle bana bakmıştı.

"SELAM SELAM"

"Hoş geldin civciv."

Civciv, felix'e taktığım takma addı. Bir ara saçlarını sarıya boyamıştı ve beyaz tenine eklenen sarı saçlarıyla tam bir civcive benzediği aksi iddia edilemez şekilde belliydi, sonradan kendi rengine -yani kahverengi- döndüğünde bile ona civciv demeye devam ediyordum, kahverengi saçlı olması civciv olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

the blue weather timesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin