KIRAĞI
Voi e me,
Come i giorni meravigliosi hanno avuti abbiamo vissuto,
Sapendo che quei giorni non durerebbero.(Seninle ben,
Ne kadar güzel günler yaşamıştık birlikte,
Bilirdik ki bu günlerin yarınları olmayacak.)
(İtalyanca bir şiirden aldığım kısım -bana ait değil- )
☾
Pim Stones, The Life We Could Have Had
☾
(Her şey yaşandıktan ve sen öldükten sonra.)
1 Aralık 2021
İyi ki doğdun sevgilim.
Ve... Bilirsin dedin bana, yaşamla ölüm arasında gidip gelirken o incecik çizgide... Nereye ait olduğunu bilirsin. Ölüm çağırmaz, ölüm gelir ve alır. Bir ölüm alır beni senden ve seni benden dedin. Ölüm mü aldı şimdi seni? Sen mi gittin?
Siktir et sevgilim! Ne fark eder ki?
Bakmakla görmenin ayrı şeyler olduğunu öğrettin bana, sadece bakmadın; gördün. Daha önce başıma gelen bir şey değildi, kaçtım. Seni ilk gördüğüm gün, hani bir elin kabanının cebinde diğeri sigaranı tutarken; ilk göz göze geldiğimiz o an... Başın önüne eğikti, kaldırmadın seni izlediğimi bilmene rağmen kaldırıp da başını bakmadın bana. Ta ki ben gözlerinle buluşmaktan vazgeçip arabama binmek için yeltenene kadar... Baktın. Gördün. Buz gibiydin inkar etmeyeceğim, o kadar soğuktu ki bakışların; korktum ben sevgilim. Üşümeye alışkındım, insanların buz gibi bakışları altında; ama senin bakışların farklıydı. İki saniye baksam donardım ama üç saniye baksam yanardım. Aradaki farkı anlayabiliyor musun? Bir saniyede tutuşan alevi, harlanan ateşi... Anlayabiliyor musun beni sevgilim?
Önce dondum alışkındım sorun değil, sonra yaktın; işte bu beklenmedikti. Ne olduğunu bile anlamadım, kül olana kadar...
Kül olana kadar yandığımı anlamadım.
Sorun değil.
Hep sen söylerdin ama ben de mümkün olsa seni küçücükken alıp büyütmek isterdim sevgilim, böyle gözlerini ilk açtığın an benim gözlerimle buluşsaydın mesela. Elini tutsaydım, ilk ben elini tutsaydım ve titremek zorunda kalmasaydı hiç, bunu öyle çok isterdim ki. Altın çocuk, keşke saçlarını ben okşasaydım, baban kana bulamadan avuç içlerini öpseydim. Kana bulandı diye uzatmazdın ya hani sağ elini, onu daha çok sevseydim. Bir ömür onu sevseydim bir ömür öbürünü... Yine de doymazdım, ben sana binlerce ömür geçse doymazdım.
Şimdi sen bana çok kısacık uğradın, misafir çocuğu gibi ve gittin; ömrümden üç yılı bütün ömre bedel kıldın. Gittin. Sen gittin ve ben kaldım.
Puslu şimdi gözlerim, dünya bulanık. Sebebi gözyaşları. Sesim uyuşuk, kelimeler çıkmıyor ağzımdan kayıyor sanki. Sebebi alkol. Kanıma karışan alkol, haddinden fazla sevgilim.
Ben de sözümü tutamadım işte. İyi de bakamadım kendime...
Sabahları kahvaltı yapmıyorum ve saçlarımı kurutmadan uyuyorum geceleri, cildim hassas biliyorum... ama önemsemiyorum işte sağa sola çarparken oluşan morluklarımı, her yanım yara bere. Sen görmeyeceksin diye hoyrat davranıyorum kendime. Gelip kızmayacaksın ve kırıp atmayacaksın diye paketlerce sigara içiyorum, nikotin kanıma karışmıyor; kan nikotine karışıyor artık. Bilirsin konuşmaktan haz etmem, sessizimdir genelde. Hep şikayet ettiğin o sessizliğim... Şimdi ebedi bir sessizliğe gömüldüm. Ben konuşmak için çırpınırken sesimi bastırmaya çalışanlar, kazandılar sevgilim... Yine onlar kazandılar.
Ama ben...
Siktir et şimdi beni!
Gözlerinden bahsedeyim mi sana? Sana senin gözlerinin benim içimi nasıl ateşe verdiğinden bahsedeyim mi sevgilim? Saçlarının, altın çocuk, saçlarının içimi güneş gibi kavurduğundan bahsedeyim mi?
Bu zamana kadar üşüdüğümü sanıyormuşum meğerse ben, ne kadar aptalmışım sevgilim! Şimdi görüyorum, soğuğun ne demek olduğunu.
Ateş dokunanı yakarmış öyle derler, sen bir ateşsen... Ben asla olmam pişman. Sana dokunduğum, sokulduğum ve en sonunda yandığım için. Sildim ben lügatımdan pişmanlığı.
Senli gecelerin, sabahların...Senli cümlelerin olmaz pişmanlığı.
Senle sevdim çünkü bir şehri, bir evi, sesimi ve yaşamayı. İsmimi senle sevdim. İlk defa Ece değil, Ecem olmak istedim. Ben bir tek, Ilgaz'ın Ecem'i olmayı sevdim. Bu yangından geriye küller bile kalmayacağını bilmeme rağmen, ben razı oldum. Kül olmaya ve en sonunda... Yok olmaya.
İyi ki doğdun sevgilim.
Keşke ölmeseydin sevgilim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRAĞI
RomanceGüvenin tohumları dört duvar arasında, bir ailede ekilmezse ruha; saçılmazdı dışarıda. Bir ruh üşürdü onu saran kollarda şefkati aradığı her anda, en sonunda da aslında aramakla bulamayacağını anladığında; donardı. Ecem Kırağı, İtalya'dan döndüğünd...