285 33 17
                                    

Otuz yedi yaşındaydım ve bir Boeing 707'deydim

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Otuz yedi yaşındaydım ve bir Boeing 707'deydim. Kocaman uçak, yağmur yüklü bulutların arasından inişe geçmiş, Hamburg Havaalanı'na inmeye hazırlanıyordu. Soğuk kasım yağmuru, toprağı karartıyor ve her şey, ama her şey, yağmurluklarını giymiş teknik personelden, BMW'nin reklam panolarından tutun da, havalimanı binasının üstünde gevşek gevşek dalgalanan bayraklara varıncaya değin, her şey Flaman tablolarına özgü o hüzün içinde yüzüyordu. Bir kez daha, yeniden Almanya'ya dönüyordum.

Uçak, pistte durdu, sigara içme yasağını belirtir ışıklar söndü ve tavandaki hoparlörlerden tatlı bir müzik yayılmaya başladı: Beatles topluluğundan, sıradan bir orkestranın pek baygın biçimde yorumladığı, "Norwegian Wood" ezgisiydi bu. Bu şarkı, her zaman olduğu gibi, yine beni çok duygulandırdı. Hatta bu kez beni daha da derinden altüst ettiğini söylemeliyim.

Başımı, ağrıdan çatlamasını önlemek ister gibi, ellerimin arasına alarak öne doğru eğildim ve kıpırdamadan, öyle kaldım. Az sonra bir Alman hostes yanıma gelip bana İngilizce, acaba rahatsız mıyım, diye sordu. Her şeyin yolunda olduğunu ve sadece biraz başımın döndüğünü söyledim.

- "Emin misiniz?"

- "Evet, teşekkür ederim," diye cevap verdim.

Genç kadın hafifçe gülümsedikten sonra gözden kayboldu ve yerini Billy Joel'in müziği aldı. Kafamı kaldırdım, Kuzey Denizi'nin üzerinde, gökyüzünde yüzen kara bulutlara baktım ve o zamana kadar yaşamımın akışında yitip gitmiş olan şeyleri düşündüm. Uçup gitmiş saatleri, ölmüş veya yitmiş insanları, bir daha dönmeyecek düşünceleri.

Uçak tamamen duruncaya ve yolcular kemerlerini çözüp baş üstü dolaplarından pardösülerini ya da
el bagajlarını almaya başlayıncaya kadar, bakışlarım çayırlarda gezindi durdu. Sanki otların kokusunu alıyor, tenimde rüzgârın okşayışını duyuyor ve kuşların cıvıltısını işitiyordum. 1969 yılının sonbaharıydı ve yakında yirmi yaşında olacaktım.

Hostes biraz daha iyi miyim, diye sormak için gene yanıma geldi, bana doğru eğildi.

- "It's all right now, thank you. I only felt lonely, you know (Şimdi iyiyim, sağ olun, sadece kendimi biraz yalnız hissettim de)," dedim ona gülümseyerek.

- "Well, I feel same way, same thing, once in a while. I know what you mean (Ara sıra bana da olur bu. Ne demek istediğinizi anlıyorum)," diye, başını sallayarak yanıt verdi, ve doğrulmadan önce, bana hoş bir biçimde gülümsedi. "I hope you'll have a nice trip. Auf Wiedersehen! (İyi yolculuklar. Güle güle!)...

- "Auf Wiedersehen!"

Aradan geçen on sekiz yıla karşın, o çayırlar hâlâ o günkü gibi gözlerimin önünde. Günlerdir süren incecik yağmurun yazın tozundan arındırdığı çıplak dağ, gözalıcı, koyu yeşil renkteydi, kasım rüzgârı çevredeki susuki otlarını dalgalandırıyordu, buz mavisi gökyüzündeyse bulutlar, çok yükseklerde, iplik iplik dağılıyordu. Uçsuz bucaksız gökkubbe, göz kamaştırıcıydı. Rüzgâr çayırı boydan boya geçiyor ve saçlarını hafifçe yaladıktan sonra ormanın içinde yok oluyordu. Ağaçların tepesinde yapraklar hışırdıyordu, uzaklardan bir köpeğin havladığını duyuyordum. Boğuk bir havlamaydı bu, belli belirsiz işitilen, sanki farklı bir dünyadan geliyordu. Başka hiçbir şey duymuyordum. Hiçbir şey görmüyordum, varlığımızdan ürkerek orman yönünde uçup giden iki kızıl
kuştan başka. Yürürken, Joshua bana kuyu öyküsünü anlatıyordu. Bellek çok garip bir şey. Gerçekten içinde bulunduğum, yakından gördüğüm sırada o manzaraya hemen hiç dikkat etmemiştim. Beni etkilemekten çok uzaktı, bu yüzden, on sekiz yıl sonra, en ince ayrıntılarına dek anımsayacağımı düşünemezdim. Doğruyu söylemek gerekirse, o yıllarda manzaralar beni pek ilgilendirmiyordu zaten. Kendimden ve o sırada yanımda yürüyen o çekici gençten başka bir şey düşündüğüm yoktu. Bizi düşünüyordum ve geleceğim üzerinde de kafa yoruyordum. Göreceğim, hissedeceğim ya da düşüneceğim her şeyin, dönüp dolaşıp bir bumerang
gibi gene bana geleceği yaştaydım. Üstelik sevdalıydım da ve bu sevda beni son derece tehlikeli bölgelere doğru sürüklemekteydi. Bu yüzden, manzarayla ilgilenecek zamanım yoktu.

imkansızın şarkısı✧seoksoo✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin