Ocak 1999, Lee Minho.

932 53 9
                                    

Ocak 1999, Lee Minho.

Soğuk, gri, kasvetli ve de ıslak bir sabahtı. Havanın sefilliği cızırtılı televizyonumda tüm gün yağacağı söylenen yağmurlara karışıp yığılıyordu sanki üstüme ve evimde öylece oturmuş, kahvemi yudumlarken ıslanıyordum sanki ben de. Balkona açılan yüksek penceremin önündeki kadife koltuğuma kurulmuş oturuyordum, dizimde günlerdir yalnız iki satırını okuyabildiğim, sayfaları buruşmuş romanım duruyordu öylece. Gözlerimi pencerenin ardında kalan gri sabahtan bir türlü kurtaramıyordum.

Bir öncekinden pek farkı olmayan, bir sonrakinin yerine de kolayca koyabileceğim basit günlerime eklenen bir yenisi daha, diye geçirdim içimden.

Bir iki kelime ilişti öylece açık duran kitabın sayfalarını kurcalayan gözlerime, ne var ki aklım bir şeyleri anlamaktan öyle uzaktı ki bıkkınca iç geçirerek kapadım kitabı. Ayaklanıp çoktandır ılık ve de acı bir zehre dönüşmüş kahvemi mutfağa bırakıp yenisi için su kaynatmaya koyuldum. Midemde tuhaf bir sancı vardı, sağ dizim de sızlıyordu. Sanırım düzgün bir kahvaltı edip ilaçlarımı almam gerekiyordu fakat ben, dudaklarımda tutuşacak pis bir sigaranın düşüncesiyle yok saydım iki lokma için kıvranan karnımı.

Sıcak buharı üstünde yükselen kahvemi de alıp salona dönmüştüm, hafifçe aralık pencerenin önüne dikilip sigaramı tutuşturduğum sırada esen soğuk rüzgarlar karıştı nefeslerime, tenimde tatlı tatlı dolanıp dingin bir huzuru bulaştırdı içime ve kısacık bir anlığına göğsüme yığılmış kasvetimi unutacaktım ki, ağır ağır yükselen zilimin sesiyle huysuz bir küfür firar etti dudaklarımdan.

"Sabahın bu saatinde hangi densiz..." diye homurdanıyordum kapıya doğru adımladığım vakit, böyle söyleniyordum ama kim olduğunu da tahmin edebiliyordum içten içe. Nihayetinde pek de yanılmış sayılmazdım. "Günaydın, Felix." diye karşıladım kocaman bir gülümsemeyle yeni sabahımda beliren kardeşimi.

"Günaydın hyungnim!" deyişiyle adımladı eşiğimden içeri. Çilli suratında hiç eskitmediği tebessümü darmadağınık bir halde çürüyen apartman dairemde gezinen kısacık bir bakışın ardından ekşiyerek buruştuysa da, inatla sürdürdü o sahte neşesini. "Okula geçmeden sana uğrayayım dedim."

Her zamanki bahanesini duyurdu böylece. "Aşağıdaki teyzeden karides de aldım, bu sabah beraber güzel bir kahvaltı yapalım abi kardeş." dedi sonra, çocuk kandırır gibi konuşuyordu. Zapt edemediğim alaycı kıkırtılarımla gözlerimi devirdim, "Peki, kahvaltıyı sen hazırlarsın yalnız." dedim. Pencerenin ucundaki küllüğümde sönmüş ve ucunda biriken külüyle öylece ziyan olmuş sigaramın yerine bir yenisini yakmak istiyordum sadece. Salona doğru adımladığım sırada Felix'in onaylar homurtuları ilişti kulağıma.

"Hay hay! Bulaşıklar da sende o zaman!" demişti mutfağa uzanan koridorda kaybolmadan hemen önce. Onun bu basit ziyaretiyle şimdiden dağılmaya yüz tutmuş gibiydi bir başınayken büyüttüğüm sakin kederim. Eskimiş ve ıssız sessizliğine yeminli dudaklarımda engel koyamadığım bir gülümseme ile seyrettim mutfağın geniş kapısı ötesinde hareketlenen bedenini.

Yeni bir sigara yakmıştım, ucunda eriyordu ateşim ve zehri içime akıyorken, sağ dizime saplanan cılız sancı bu kadarını bile çok görürmüş gibi hatırlattı bana gerçeği. Mutluluk, gülümseyebilmek, hiçbir şey düşünmeden kısacık bir anlığına huzuru hissetmek, gri şehirlerde saklı cıvıl cıvıl renkler, aşk ve de umut, dans ile aşk ve yine aşk... Tüm bunlar artık yoktu benim için, koca bir hiçlikten ibaretti hepsi.

"Bacağın nasıl oldu?!" diye seslendi Felix. Karidesleri temizleyip sotelemeye geçmişti ve küçük mutfağımın en ucundan bana diktiği bakışlarıyla karşıladı gözlerimi. Üflediğim zehirli dumanın ardında fani dünyaya zuhur etmiş yabancı bir varlık gibiydi görüntüsü.

leave me once and love me twice | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin