Ormana doğru yürüyerek mavimsi ışığı takip ettim. Işığa iyice yaklaştıktan sonra karşıma kocaman değişik bir ağaç türü çıktı. İçindeyse oyuk gibi birşey vardı ve mavimsi ışık o oyuktan geliyordu. Ağaç oyuğu öyle bir sarmıştı ki sanki hiç bırakmak istemiyordu. Ellerimi uzattım ve oyuğu sarmalayan ağacı inceledim. Ellerimi oyuğun olduğu tarafa uzatınca birşey fark ettim. Oyuğun içinde gizli bir şehir saklıydı. Tekrar ellerimi harekete geçirerek mavimsi ışığın içine yerleştirdim. Mavimsi ışığın içinde kaybolan parmaklarımı görünce panikle geri çekildim. Neydi bu bir çeşit geçit falan mı? Öğrenmenin tek yolu vardı. İçimi ele geçiren cesaretle geçitin içine atladım.
Kedimi yerde bulmuştum. Toparlanmak için ayağa kalktığım sırada gördüğüm manzara yüzünden şok olmuştum. Rüyada mıydım ,bir çeşit şaka mıydı olanlar yoksa anne ve babama mı kavuşmuştum? Gördüklerim öyle güzeldi ki her yer yemyeşildi, yeşillikleri süsleyen ağaç ve çiçeklerin ayrı bir havası ve güzellikleri vardı. Ağaç ve çiçeklerin havasını bozmayan rengarenk, estetik, özenle yerleştirilmiş evler...
Dayanamadım ve ilk adımlarımı atarak kocaman harflerle süslenmiş, üzerinde Valentino yazan tabelanın önünde durdum. Öylece baka kalmıştım beynim durmuştu sanki. Kafamın içinde yankılanan Valentino sesine ayak uydurdum. Fakat çok geçmeden içime bir endişe yerleşti. Nasıl çıkacaktım buradan? Geldiğim yöne doğru tekrar adım attım. Ağaç ve geçiti görüyordum ama içim rahat etmedi, geçin yanına gittim ve tekrar içinden geçtim. Gözümü açtığımda Valentino'dan eser yoktu. Son kez geçite baktım ormanda daha fazla durmadan gecenin karanlığında eve doğru yol aldım. Eve geldiğimde doğruca banyoya girdim ve evi toparladım. Herşey bittiği ve yatak odamda uzandığımda sadece aklımdan oraya tekrar gitmek geçiyordu. Çabucak uyumak istediğim için gözlerimi yumdum.
Ertesi sabah uyandığımda hızlıca üstümü giydim. Saçımı düzleştirmeden at kuyruğu yaptım. Aynaya bakarak son rütüşlerimi yaptıktan sonra çantam ve telefonumu alarak aceleyle mutfağa indim. Buzdolabının kapağını açar açmaz atıştırmalık bir şeyler alıp masayı donattım. Kahvaltımı da yaptıktan sonra evin kapısını kilitleyip koşar adımlarla okula doğru yürüdüm. Sınıfımdan içeri girdim ve sırama oturdum. Okul başlamadan bitsin istiyordum. Acaba oraya gittiğimde tekrar geçiti görebilecek miyim? telaşesi sarmıştı beynimin içini, daha keşf edilecek onca şey ,onca yer vardı. Kısacası geçit yerinde olmalıydı.
Okul bittiğinde tekrar aceleci tavrımı takınarak koşar adımlarımla anne babamın mezarına gelmiştim. Bana bu geçiti göstererek doğum günü hediyemi vermiştilerdi sanki. Bunlar aklımdan geçerken mezarlarını üstlerini güzelce suladım gereksiz bitkileri mezarlarının üstünden yolarak temizledim ve ayağa kalktım. Ormana doğru giderken birini fark ettim. Herhangi bir ağacın arkasına vücudumu sığdırarak o kişiyi seyrettim. Üzerinde siyah uzun bir pelerini vardı. Pelerini yüzünden yüzünü tam göremesem de siyah ,dalgalı ve dağanık saçları olduğunun farkındaydım. Hafif adımlarla oradan uzaklaşmaya çalıştım,çok geçmeden tekrar mezarların yanına gelmiştim. Biraz vakit geçirip pelerinli kişinin oradan gitmesini bekleyecektim. Mezarlıkların olduğu yerden pelerinli kişiyi izliyordum. Pelerinli kişi bir yarım saat sonra ancak gidebilmişti. Hemen o kişinin yokluğunu değerlendirerek hafif adımlarla geçitin yanına gelmiştim. Sağı,solu kontrol ettikten sonra geçitin içine atladım. Artık geçitten geçmenin düzgünce bir yolunu bulmalıydım. Çünkü her atlamam da yere tosluyordum. Üstümü temizleyip ayaklandığım sıra geçen sefer hayran hayran izlediğim tabelayı gördüm. Kendime hakim olamadan tekrar üstündeki yazıyı okudum. Valentino,buraya her gelişimde kendimi bir masal kahramanı olarak görüyordum. Belki de masaldı ama ben gerçekmiş gibi hayal ediyordum. Tabelanın yanından ayrıldım. Kocaman açtığım gözlerimle etrafı süzmeden edemedim. Bu şehrin herşeyi çok farklıydı halkı,evleri,kıyafetleri ve hatta paraları bile;
Halkı tıpkı elflere benziyordu, bembeyaz bir yüze sahiptiler. Üzerlerindeki kıyafetlerin çoğu tül ve saten kumaşlardandı. Kumaşların üstü değişik şekillerlerle ,parıltı ve aksesuarlarla süslenmişti. En çok dikkatimi çeken şey paraları olmuştu,paraları beyaz rengine sahipti. Belli renkler kullanarak paraların üstlerine peri kızları yerleştirilmiş ve reklerine göre değer biçilmişti. Şehvetle baktığım paralardan gözlerimi ayırdığım sıra da herkes tarafından izlendiğimi fark ettim. Bana bakmaları gayet doğaldı çünkü hepsinden çok farklı görünüyordum. Çaktırmadan adım adım yürüyerek regarenk evlerden birinin ardına geçtim ve bir samanlığın üzerinde bulduğum siyah pelerini üstüme geçirdim. Fakat pelerin pekte sağlam çıkmadı. Daha önce pek çok kez kullanılmışa benzeyen bu pelerinin de kumaşı satendi, siyah renge sahip olmasına rağmen üzerinde ki yaprak desenleri tazeliğini koruyordu. Ancak pis kokusu ve yırtıklarıyla benim kıyafetlerimin yerini aratmıyordu. Pelerini üzerimden çıkardım, tekrar kendi kıyafetlerimle baş başaydım. Üzülmüştüm doğrusu, burada daha fazla durursam hala görmemiş olduğum halk muhafızları tarafından tespit edilebilirdim. Hiç tutuklanmaya niyetim yoktu, bugün gidip yarın hazırlıklı gelecektim. Üstelik benim dünyamda çoktan akşam olmuştur düşüncesiyle , aldığım pelerini yerine koydum. Üstümü de düzeltikten sonra geldiğim yola doğru geri döndüm. Sakin,sessiz ve bir o kadar büyüleyici ormanın içerisinden gelen bir sesle irkildim. Ne sesiydi acaba ? Bu soru beynimi ele geçirmiş gibiydi. Ayaklarıma ve beynime oraya gitme mesajını vermeye çalışıyordum fakat yine beni dinlemediler. Sesi takip ettim bu ses tıpkı bir bebeğin ağlama sesine benziyordu. Yavaşça sesin geldiği yöne ilerledim ve bir gölet gördüm. Bu ses göletin içinden geliyordu merakla birkaç adım daha attığımda yeşil bir yaratık gördüm. Gözlerimin içine bakıyordu ve değişik sesler çıkarmaya devam ediyordu. Birkaç adım daha attığımda onu daha net görebilmiştim. Gözleri vücudunun aksine gözleri maviydi ,saçları yeşil uzun yosunlara benziyordu. Vücudunu göremiyordum çünkü suyun içindeydi. Hızla yüzerek yanıma geldi ve buz mavisi gözleriyle gözlerime baktı. Gözlerime baktığında beni hipnoz etti ve beynime suya gel mesajını gönderdi. Suya girmemek için direndim, bunun üzerine bana bir sahne gösterdi. Gösterdiği sahnede annem ve babam vardı bir arabanın içindeydiler . Oldukça mutluydular fakat yanlarında ben yoktum. Annemin söylediği bir şeyler üzerine babam anneme baktı ve güldü. Önlerinde ki tırı fark etmemiş olan babam, tırı görünce telaşla direksiyonu sağa çevirdi...
Sahnenin sonunu görememiştim fakat az çok tahmin edebiliyordum. Bir el beni o değişik yaratığın yanından almıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇİT
FantasyAilesi ölmüş bir kız ... Doğum gününün ona verdiği umutla okuldan çıkar çıkmaz teyzesi Vance'nin yanına gider.Fakat manzara beklediğinden çok daha kötüdür. 18 yaşına yeni giren Efil yaşadığı manzara sonucu göz yaşlarına hakim olamadan, yağan yağmuru...