1. ANKA

276 21 23
                                    

"Sahne?" Kaşlarımı kaldırarak bana sorular sorup, ufacık boyuyla bana yetişmeye çalışan kadını yanıtladım. Fakat bu ona yetmemiş gibi duruyordu. "Sahne... berbat. Eğer merak ettiğin şey buysa, hayır bugün burada sahne almayacağım."

"Haydi ama bu-" Elimi kaldırarak susmasını sağladım. Gözlerim mekânın kapısındaydı. "Kriterlerim belli. Bir dahaki sefere beni çağırmadan önce, size sahne için sorulan sorulara doğru yanıtlar verdiğinizden emin olun."

İyi günler dilemeden masadaki kol çantamı alıp, topuklu ayakkabılarımın güçlü sesiyle bu iç karartıcı mekândan çıkarken, kadının vızıltıları hâlâ kulağımda oyalanıyordu. Oysa buna cürret etmesi bile takdire şayandı değil mi? Kapının önüne geldiğimde kapı kendiliğinden açıldı ve karanlık sokağın ucundaki siyah arabam göze çarptı. Sinirli bir gülümseme eşliğinde sakin sokakta arabama doğru ilerlemek, benim için koca bir kayıptı. Gururumun önüne geçemediğimden yine işsizdim lakin bunu kendime itiraf etmek için çok erkendi. Arabaya atladığım gibi mekanın önündeki ışıklandırmalardan hızla geçtim, rüzgarımla sallanan izbandutların eşliğinde oradan çıkarken aklımı kurcalayan tek bir şey vardı; hayatım için paraya ihtiyacım vardı, fakat nasıl kazanacağım konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu. Ellerimi camdan dışarı sarkıtmadan hemen önce gözlerimi örten şapkayı saçlarımdan çektim, omuzlarıma doğru düşen saçlarım üzeri açık arabamda arkaya doğru uçarken şapkayı da arkaya doğru fırlattım. Müzik çalarda Three Days Grace'nin Never Too Late'i çalmaya başlayınca şaşkınlık tüm suratıma yayıldı. 2009'lu yıllarımızın yani gençliğimizin dönemlerini kapsayan müzikal yaşantımda çok güzel yeri vardı bu şarkının. Rock'a bağlandığım sıralarda yanımda olan insanları hatırlatıyordu bana. Şarkının sesini biraz daha açtım, evime doğru giderken tüm yol boyunca zihnimde dönüp dolaşan anılar yüzümün gülmesini sağlamıştı. Birden bire kendimi dört ergenin bir amaç uğruna birleştiği kayıt odasında buluverdim.

"Haydi ama Çağrı, son tekrar." Çağrı'ya yavru kedi bakışı attım. Kaşındaki piercing ile oynayıp duruyordu. Yorgun bakışları beni bulurken gülümsedim. "Tekrar!" diye bağırıp gitarı elime aldım. Çocuklar gülerek yerlerine geçerken Anıl'a bateri çubuklarını fırlattım, havada kaparken bana göz kırptı. Gökhan da çellosunun başına geçince gülümseyerek Çağrı'ya baktım. Bana göz kırptığında, Gökhan'a döndüm ve başla işareti yaptım. Bizim başla işaretimiz iki kere göz kırpmaktan ibaretti.

Gökhan çello ile giriş yaparken vokal sesler arkadan ona eşlik etti. Ve boğuk sesiyle Çağrı... Gözlerinin kapalı olduğunu tahmin ettiğim suratını yana eğmişti. Ben gitarımla ve Anıl baterisiyle giriş yaparken her şey bulanık bir su gibi kararmaya, dibini göstermemeye başladı. Çağrı artık şiddetlenen sesini kayıt odasının tavanına doğru çarptırırken hepimiz kendimizden geçmiş gibiydik. ANKA'nın kanatları büyülü melodilerle evin çatısını kuşatırken, ellerimi gitarda gezdirmeye devam ettim. Sözler, anlamlıydı... Apocalyptica, I don't care, nasıl anlamsız olabilirdi ki?

"If you were dead or still alive (Ölmüş veya hala yaşıyor olsan da )

I don't care, i don't care (Umurumda değil, umurumda değil)

And all the things you left behind (Ve geride bıraktığın her şey)

I don't care, i don't care (Umurumda değil, umurumda değil)"

Eve geldiğimde yanağımda hafif bir ıslaklık vardı. Şaşırarak arabanın aynasına baktım, ağlamış mıydım? Bu hissin hâlâ içeride bir yerlerde var olduğunu bilmek iyiydi. Çantamı arkadan alıp arabadan çıktım ve eve girdim. Topukluları kapıda hızla çıkartırken kolumdaki çanta yere düşmüştü. Umursamadan ışıkları açtım ve salona doğru ilerledim. İçeriye adım atacağım sırada ufak bir korku beni ele geçirmekle meşguldu. Şahane! Koltukta bir adam oturuyordu.

PERESTİŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin