Karesi'nin yüzüne manasız manasız bakarken "Cidden, ne demek istediğimi anlamamış gibi bakma." dedi bana. Aslında elbet anlamıştım ama anlamazlıktan gelmek istemiştim. Gereksizce utangaçlığım tutmuş ve daha 1 ay önce evlenme teklifi ettiğim kadınla yan yana olmaktan çekinir olmuştum. Ya rabbim, şu an yanımda babam olsaydı ve bu durumumu görseydi "Ah benim mal oğlum" derdi, çok haklı olarak.
Kısa bir süreliğine babamın anılarımda tekrar dirilmesi hoşuma gitmişti, dudaklarım hafifçe yukarı doğru kıvrılmış ve bıyık altından gülmüştüm. Karesi ise bana uyuz olmuş bir şekilde bakarken bir anda duygusuz bön bön bakan yüzümün sırıtışla değişmesini yanlış yorumlamış olacaktı ki kaşlarını çattı, dudakları sinirle aşağıya kıvrıldı.
"IRZ DÜŞMANI!"
"Üstüme iyilik sağlık! Bu kadar yargılayıcı davranma bana karşı. Benim böyle bir hakarete karşı tahamülüm yoktur!"
"Niye sırıttın o zaman? Aklından geçti işte."
"Ne geçmiş aklımdan, söyle de ben de bileyim!"
Buyrun cenaze namazına, müstakbel baldızlarımdan yanılmıyorsam gelecekteki eşim Osmanlı'nın favorisini kendime düşman edecek vakti bulmuştum. Ne bahtsızlıktı bendeki, hiçbir zaman anlayamamışımdır zaten. Sadece babam geçivermişti aklımdan. Diklenmek istesem de bunun durumu daha da fenalaşacağını düşünerekten sakinleştim ve kasılmış çenemi ve çatılmış kaşlarımı düzelttim. Pozisyonum da biraz gergin duruyordu. Ayaklarım dahi saldıracak gibi pozisyon almıştı. Anlaşıldı, halen daha Nisan vaktinde yaptığım savaşın etkisindeydim.
Nefesimi içime çektim, bunu yaparken de tamamiyle sakinleşmeye çalıştım. Yüz hatlarım da durgunlaşınca konuşmaya geri giriştim.
-Gerçekten, benim böyle aklından geçtiği gibi bir amacım yok. Sizler hiç hayatınızda bir insana inanıp güvenmediniz mi!
-Güven mi? Afedersin Halife efendi ama bizlerin senin gibi güvenecek silahları da serveti de yok.
-Konu nasıl oraya geldi?.. Hem güven içten gelir, servetlerden değil. Bunu bilmiyormuşsunuz gibi size konuşmam da garip geliyor bana.
Karesi'nin derin bir şekilde iç çektiğini duymak bir nebze de olsa içime su serpti. Şimdi kardeşini koruyup kollayan o tehtitkar abla hali gitmiş, her zamanki sessiz ve sakin Karesi oluvermişti. Ellerini karnının üstünde birleştirdi ve başını yere eğdi. Biliyordum ki mahçupluğundan değil de endişelendiğindendi. Duygularını anladığımı belli edercesine elimi omzuna koydum, belimi hafifçe sola doğru eğdim. Her ne kadar bana karşı sinirli ve şüpheci olsa da kardeşi için endişelenmesi takdire şayandı ve ben de ileride onun akrabası olacaksam içini rahatlatabilmem gerekirdi. Gülümsedim, kendimi iza etmem gerekiyordu ki bana güvenebilsin.
''Sen benden şüphe duymakta pek tabi haklısın Karesi Hatun. Ben de kendimi kanıtlmaya bir o kadar kararlıyım. Ama kardeşinin kararına saygı duydun ve biz ikimizin tanış olabilmesi için sarayında misafir odalarını dahi hazırlattın. Elbette 'Ne halin varsa gör!' diyip beni kale almamazlık etmediğin için minet duyuyorum. Şimdi sen kardeşin için elinden geleni yaptın, bırak gerisini ben halledeyim, olmaz mı? Bu kadar işkillenme benden. Neyim varsa, nasıl görünüyorsam öyleyimdir ben.''
Karesi ona dil döktüğüm laflardan sonra yüzünü bana döndü. Dudaklarını birbirine bastırmış, yüzünden düşen bin parça bir şekilde bana bakıyordu. Sanki Candar gibiydi şu an. Osmanlı'ya malum teklifi ettikten sonra Candar'ın topraklarına uğramıştım, gittiğimde aynen bu halde limanda koşuşup duruyordu. Ne olduğunu sorduğumda ''Karadeniz'de gemilerim battı!'' diye bağırmıştı. Kardeş genetiği olsa gerek, yine aynı yüz aynı tepkiler. Çünkü Candar da benim Osmanlı'ya ettiğim evlilik teklifimi Saruhan'dan duymuş olacak ki o da benimle birlikte cevabı öğrenmek için geri dönmüştü. Ben, Selçuklu'nun ailesinin genetiklerinin çok fazla yerde çakıştıklarını düşündüğüm anda Karesi aklındaki lafları toparlamş olacaktı ki konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhumdan Bir Parça
Ficción históricaOsmanlı İmparatorluğu x Memlûk Sultanlığı oneshot kitabıdır. İyi okumalar dilerim <3