titreyen elleri ile laptopunu tamamen kapatıp koltuğundan ayaklandı hızla. ayak bileklerine düşen pantalonunu ve baksırını toparlayıp düzgünce giyindi, gömleğinin düğmelerini iliklerken ellerinin titremesinden dolayı biraz zorlansa bile şakaklarından akan terlerini kuruladı elinin tersiyle.
acilen buradan ayrılması gerekiyordu.
portmantodan ceketini de alıp kendisini odasından dışarı attı, hızlı adımlarla asansöre ilerleyip sanki daha hızlı gelecekmişcesine üst üste bastı tuşlara. gecenin bi vakti oluşundan dolayı binada pek kimse olmadığından hemen gelen asansöre attı kendini.
uzun ve soğuk bir duşa ihtiyacı vardı.
titremesi hala geçmezken ellerini saçlarını arasından geçirip aynaya sırtını döndü. şu anda kendisini görmek istemiyordu, evine gidip rahatlamak, üzerindeki bunaltıcı pişmanlık dolu hissiyattan kurtulmak istiyordu.
asansör otopark katına inerken gözlerinde biriken yaşları gözlerini sıkıca kapatarak yok etmeye çalıştı ki başarılı olmuştu da. ağlama hissiyatı hafiften geçerken otoparkın en ucundaki arabasına attı kendini.
gözlerinden bu sefer yaşların süzülmesine izin verirken başını direksiyona yaslayarak kollarını da kendisine sardı. nasıl yapabilmişti, karısını nasıl aldatabilmişti, bunun bilinciyle nasıl yaşayacaktı?
ağlaması şiddetlenip hıçkırıklara dönerken ellerini yüzüne bastı bu sefer. yıllardır kurmak istediği imajı bi gecede bozulmuştu, ailesinin ona yıllardır öğrettiği bunca şey... her şeyi bi anda elinin tersiyle itmiş gibi hissediyordu ancak ağlama krizi de yavaşlıyordu hafiften.
hala hıçkırmaya devam etse bile başını kaldırdı, elinin tersi ile tekrar gözyaşlarını silip sonrasında direksiyonuna sarındı. evine gidip duşunu alacak ve uyuyacaktı, şanslıysa karısı da çoktan uyumuştu.
yarım saatlik sürüşü gözlerini bir saniye olsun yoldan ayırmadan tamamladıktan sonra arabasını bahçelerine park edip hızla odalarına çıktı. karısının uyuyan görüntüsü kendisini bi nebze olsun rahatlatırken banyoya girip tamamen soyundu. üzerinden çıkardığı her şeye suç ortağıymış misaliyle iğrenerek bakarak çamaşır sepetine fırlattı.
duşakabine girip buz gibi suyu tepesinden akıttığında hissetti asıl pişmanlığını, gözyaşları yine gözlerine hücum ederken sıkı sıkı kapatıp başını önündeki fayansa yasladı.
hiç tanımadığı birinin yayınını izleyerek sertleştiğine, hatta kendine dokunduğuna bile inanamıyordu. ya birisi duysaydı, daha da kötüsü ya birisi görseydi? annesine nasıl bir açıklama yapacaktı? bunca yıldır bi şekilde kazandığı her şeyi bir çırpıda yok mu edecekti?
ancak yine de beyninin bi köşesine kazınmıştı o uzun sarı saçlar, mavi gözler, pembe kurdele bağlanmış süt beyazı uyluklar... kalbinin içerden teklediğini hissederken suyu hafif ılığa getirerek yıkanmaya koyuldu. kendini güzelce yıkayacak ve bu geceden tamamen kurtulacaktı.
duşu bittikten sonra versace bornozuna sarınıp karısının yataklarındaki uyuyan silüetine baktı iç çekerek. odalarından çıktıktan sonra adımları direkt olarak mutfaklarını bulurken kendisine bi kadeh kırmızı şarap doldurup biraz temiz hava almak için salonlarındaki kapıdan arka bahçelerine çıktı.
bahçelerindeki koca havuzu, etrafındaki heykeller, bahçıvanları tarafından yapılmış şekil şekil ağaçlar ve renk renk çiçekler... hwang hyunjin'in hayatı buydu, bir kere bile koklamamıştı çiçekleri, heykellerin ne olduğundan bile haberi yoktu, öylece yontulmuş taşlardı ona göre. onun tek yükümlülüğü onları bahçesine koyabilmek için para elde etmekti, eh, bunu da iyi yaptığını düşünüyordu, sanırsa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
me, you love me, me
Fanfictionlee felix'in iki farklı hayatı vardı, hwang hyunjin ise her şeye sahip olmak istiyordu