Üzerime daha fazla eğildi ve silahını tutmadığı eliyle çenemi kavradı. Gözlerim dolmuştu, böyle mi bitecekti yani? İlk günden yakalanıp ülkeme gönderilip orada öldürülecek miydim? Bir yolu olmalıydı, bir mucize olmalıydı şu an beni kurtaracak olan. Tanrım lütfen... lütfen orada bir yerlerdeysen bana bir mucize gönder... İçimden tanrıya dualar ederken gözyaşlarım şimdiden süzülmeye başlamıştı bile muhtemelen çenemi kavrayarak kaçmamı engelleyen polis memurunun ellerini çok ıslatmış olmalıydım. Pekala, şimdi ona yalvarma vaktiydi sanırım. Ağzımı açıp konuşacakken çenemi sıkan elleri konuşmama biraz engel olmuştu. "Lütfen... beni lütfen bırak." diyebilmiştim sadece. Alayla gülümsedi, "Bırakamam... Sayende stajyer olmayı bırakıp okul bitene kadar yarı zamanlı olarak büroda çalışabileceğim. Bir tane yeterdi." gülümsemesi sonlara doğru sırıtışa döndü. "Ah, sanırım büroda bunu başaran ilk stajyer olarak tarihe kazınacağım."
Bir başkasının talihi benim hayatımla sonuçlanacak olan en büyük talihsizliğimdi. "Vicdansız birine benzemiyorsun." dedim gözyaşları içinde. "Eminim iyi birisindir ve bir insanı öleceğini bile bile ülkesine geri yollamayacaksın." dudaklarımı birbirine bastırdım daha fazla ağlamamak için. "Ölmek istemiyorum... lütfen... hayallerim var." diye ekledim. "Benim de hayallerim var ve bu yüzden seni teslim etmem gerek yabancı, üzgünüm." Duygusuz bir ses tonuyla konuştu. Fakat bulanık görebildiğim gözleri öyle demiyordu, tereddüde düşmüştü, anlamıştım. "Hayallerini benim canım üzerinden gerçekleştirmen gerekli mi peki?"
"Bir yabancıya açıklayamayacağım şeyler var. Lütfen daha fazla kendini açıklamaya çalışma. Benimle büroya geliyorsun hemen ve geri gönderme işlemlerine başlıyoruz." Elini çenemden çekip kolumdan tuttu ve kaldırdı. Yerdeyken o anı sonsuza kadar yaşayacağımı düşünmüştüm fakat şimdi gidiyorduk işte. Düğümlenen boğazımı açmak üzere sertçe yutkundum. Gözlerimi kapatıp başımı yukarı kaldırdım ve yaşamayı öldüğümde daha az özlemek adına yağmur kokan havayı ciğerlerime doldurdum. Bunu yaparken ağlamaya başlamıştım yine, istemsizce hıçkırıyordum artık çok fazla ağladığımdan.
"Yabancı, ağlamayı keser misin lütfen?" dediğinde başımı onaylamayan bir şekilde salladım. "Adım Hao." dedim anlaşıldı mı bilmiyordum. "Adını öğrenmek istemiyorum, benim için yabancı olarak kalacaksın." dediğinde bir saniyelik boşluk yaratmış ve tekrar kaçmaya başlamıştım. Sonuçta unuttuğundan mıydı ya da tecrübesiz olduğundan mıydı bilmiyordum ancak bana kelepçe takmamıştı.
Ne yazık ki çok geçmeden yine yakalandığımda bu sefer gerçekten batırdığımı kafama dayanan silahla anlamam uzun sürmemişti. "Bana bunu gerçekten yaptırdığına inanamıyorum, cidden... bunu yapmak istememiştim." dedi ve belindeki kelepçeyi çıkarıp bileğime takarken diğer tarafını da kendisine takmıştı. Böylece ondan kaçamayacaktım, aman ne güzel... Deri ceketindeki telsizi çıkarıp birimine nerede olduklarını sordu ve aldığı cevap sonucunda sanırım oraya doğru ilerliyorduk.
Ara sokakların birinden ilerlerken arkamızdan bir ses duydum: "Hanbin hyung!" sesi duyar duymaz bana seslenilmediğini bildiğim halde arkama dönmüştüm çünkü ses oldukça tanıdıktı. Burada kaç insan tanıyordum ki zaten? Yujin koşar adımlarla bize doğru geliyordu, oydu evet, zaten anlamıştım. Adının Hanbin olduğunu öğrendiğim stajyer de Yujin'e doğru çevirmişti gözlerini. "Ne işin var burada?"
"Yabancıyı teslim mi edeceksin?" demişti endişeli gözlerle. Bu halinde bile beni düşünmesi gözlerimin daha da dolmasına sebep olmuştu. "Evet, görevim olduğu için."
"Yapamazsın." dedi Yujin. "Yapmamalısın."
"Neden?"
"Bu yabancının anneme borcu var, ödemeden gidemez."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HOLD BACK || HAOBIN
FanficKaçak göçmen bürosunda stajyer olan Sung Hanbin, Tiananmen Olayları'ndan kaçıp Kore'ye sığınmacı olarak gelmek isteyen Hao'yla karşılaşır. *Hikaye 1989 yılında geçmektedir.