1- bir doksan iki boyundaki cüce

160 12 57
                                    

hoş geldiniz, sefa getirdiniz, tam gaz devam ediyorum şu sıralar siz de tam gazsınızdır umarım<33

benim için çok değerli bir kurgu ve uzun süredir yapmadığım şekilde anlatımı birinci kişiden. bölümler ne sıklıkla olur söz veremiyorum ama deneyeceğim emin olun ki

iyi okumalar diliyorum, umarım size bir şeyler hissettirebilen bir kurgu olur (bu hisleri benimle paylaşırsanız çok hoş olur ^^ beni inanılmaz motive eder)


Kasım ayının sonuna gelirken, ceketlerimin cepleri buruşmuş ve unutulmuş peçetelerle dolmuşken ve tezgahtaki termosum her gün kurumayı beklerken, bir şeyler değişti. Gerçekten de büyüdüğümü anladım belki, üniversitenin ikinci yılında bir anda orada olmayan sakalı yoklamaya başladım avcumun içiyle. Banka hesabımdaki eksikler pek bir küçük görünmeye başladı gözüme, aldığım gofretler o kadar batmamaya başladı bana. Ya da, önceliğimi değiştirecek olursam hayattaki, adımlarımın seslerini duymaz oldum.

Üniversitenin ikinci yılı, değil mi, artık şehri tanımışım insanları öğrenmişim. Esnafla bir tanışıklığım, favori mekanlarım var. Otobüslerin saatlerini biliyorum ve ana yoldan taksi çevrilmeyeceğini zor yoldan öğrendim (yağmur suyu dizime kadar dayansa bile durmazlardı şeref yoksunları). Bir cıvıldama var içimde, yeni bir hayatın kanıtı, sarsak adımlarıyla cıvıldayan bir yaşam var içimde.

Gözünü yeni açmış bir yaşama yakışır şekilde, ansızın gelen bir sakarlık sebebiyle tanıştım Kai'yle. Son lensim olduğunu fark etmeden attığım mercekler yüzünden gözlüğümle gelmiştim derse ve evet, tam da hatırladığım gibiydi, yağmur yağdığında gözlük takmak bir işkenceydi. Doğduğuna pişman bir adamla dip dibe geçirdiğim otobüs yolculuğunun bitiminde zar zor kendimi dışarı atmıştım ve fakültenin yokuşunu çıkarken açıkçası ben de doğduğuma pişman olmuştum bir anlığına. Her şehire üniversite koyacak kadar eğitimi önemseyen kişi her kimdiyse yeteri kadar önemsememişti belli ki çünkü sırf bu kahrolası yokuş ve kimsenin bacak boyuna uymayan merdivenleri yüzünden okulu bırakan insanlar tanıyordum.

Gözlüklüyüm, yağmur yağıyor ve gök gürüldemesine ve derimi çizen rüzgara rağmen nefes alış verişlerimdeki ağırlığı duyabiliyorum. Ayağım kaydı. Kampüsün en yoğun trafiğinin olduğu yerde, bugünden vazgeçmeme gerçekten de şu kadar kalmışken (şu kadar, iki parmak arası kadar ya da iki ağır nefes daha) ayağım kaydı ve ben daha yeni çıktığım beş basamağı bir güzel geri kaydım. Bir çizgi filmin içinde olsaydım sahnenin 'şans eseri' yolun bitiminde olan ağaca bodoslama dalmamla biteceğine eminim. Ama hayır, bir çizgi filmin içinde yaşamıyorum -yine de aynı mizah anlayışıyla seyrediyor hayatım- ve gerçek hayatta herkesin içinde düştüğünüz zaman kulağınız iyi huylu kıkırtılarla dolar.

İlk defa o zaman örüntüyü bozup böylesine utanmazca, tanımadığı birisine, kahkaha atan birisiyle karşılaştım. Kai, beni yerden kaldırırken öğrendim, şaşılmayacak şekilde utanmazlığı konusunda hiçbir çekinge yaşamıyordu.

"Keşke çekebilseydim düşüş anını, görsen sen de aynı tepkiyi verirdin, gerçekten bak, günüm iyleşti resmen." Her virgülün sonunda sanki o anı tekrardan canlandırabilecekmiş gibi merdivenlere bakıp eliyle bir şeyler anlatmaya çalışması da utanmazlığının ayrı bir kanıtıydı.

Bu benim işimi oldukça zorlaştırdı tabii, verebileceğim kabul edilebilir tepki listesi pek kısaydı.

En iyi yaptığım şeyi yaptım bu yüzden, gözlüğümü çıkartıp ceketim sayesinde kuru kalan tişörtümün etekleriyle sildim ve bunu yaparken de şüphe çekmeyecek kadar göz teması kurdum. Annemin beni yetiştirmesine yakışır şekilde Kai'ye beni yerden kaldırdığı için teşekkür ettim. Geriye kalan tek şey gerçekten de derse yetişmekti ama Kai beklediğim, daha çok alıştığım demek lazım aslında, tepkiyi verip yoluna devam etmek yerine yüzündeki sırıtmaya çalan gülümsemeyle bana bakmaya devam etti.

canavarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin