-5

3 0 0
                                    

adı hoseok imiş. yaramaz oğlunu elinden geldiğince iyi biri olarak yetiştirmeye çalışan bekar bir baba. savaştan yara bile almadan dönse de ispanyol gribi sebebiyle kaybetmiş eşini. anlattıklarına göre jeongguk annesini kaybettiğinden beri uyum ve davranış sorunları yaşamaya başlamış. yaşadığı son hırsızlık olayından sonra da buraya yollanmış.

-

tarih: 30 ocak 1949

jeongguk hala hücredeydi. her ne kadar hepsinin gözümün önünde olmasını istesem de bekleyemeyip deneye başlamaya karar verdim. karşıma sırayla geçip şarkı söyleyen çocukları seslerinin türlerine göre ayırarak not alıyordum. son bir kişi kalmıştı. "evet jimin, seni dinliyorum."

jimin karşımda ellerini arkasına aldı ve yere bakarak konuşmaya başladı. "ben hiç şarkı bilmiyorum." tatlılığı karşısında bir anlığına duygularıma hakim olamayıp dudaklarımı büzdüm. ne yaptığımı fark ettikten sonra kafamı silkelercesine sallayıp eski ciddi ifademe kavuştum. "sorun değil, ben sana öğretirim. şu andan itibaren bay park koromuzun şef yardımcısıdır."

birkaç çocuk daha dinledikten sonra yerlerine geri oturtmuş ve onlara metronom tutmayı öğreterek başlamaya karar vermiştim. böyle böyle temelden başlayarak çok yol aldık. haftada bir veya iki dersimizi, akşamları da yatmadan önceki bir saatimizi çalışmaya ayırmaya başladık. hiç yoktan iyiydiler, dikkatlerini çektim en azından. artık ihtiyacımız olan şey ise üstlerin desteğiydi.

-

"koro mu?"

müdürün karşısında bir suç işlemişcesine başımı öne eğmiş izin almak için konuşmaya çalışıyordum.

müdür ayağa kalktı ve bana yaklaştı. "onlardan tek bir nota çıkarsa eşeğin tekiyi-" hemen araya girdim. "lütfen cümlenizi tamamlamayın sayın müdürüm. çoktan şarkı söylemeye başladılar." müdür olduğu yerde kaldı. "ciddi misin?"

elimle 'eh işte' dercesine işaret yaptım. "öyle mi olmuş? peki, tamam. benden izin çıktı. lâkin sıkıntı çıkarsa işin yanar. öyle söyleyeyim sana." ve eliyle çıkmam için işaret etti. teşekkür edip çıktım.

-

tarih: 8 şubat 1949

çalışmalarımız devam ediyordu. jeonnguk'un cezası da. dolayısıyla bize katılamıyordu.

gece güzel bir sesin söylediği şarkı ile uyandım. pürüssüz ve çok tatlı bir renkti. başta rüyada olduğumu düşündüm ama yüzümdeki ince acı ile ne olduğuna bakmak için kalktım ve gaz lambasını yaktım. yorganımın çarşafını tutturmaya yarayan iğne açılmış ve yüzümü çizmişti. elimi koyduğumda çok az da olsa kanadığı için çekmecemden çıkarttığım bir mendili yüzüme bastırdım. bu sırada bir şey fark ettim, ses kesilmemişti. uzaktan geliyordu, yatakhaneden değildi yani. önce yemekhaneye baktım, kimse yoktu. ardından dersliğe gittim. kapıyı açtım ve jeongguk'u gördüm. "şarkı mı söylüyordun sen?"

anında sustu ve ellerini arkasında birleştirdi. "hayır efendim."

gözlerimi kıstım. sesin ondan geldiğine emindim. inkâr etmesine anlam veremedim. uykulu olduğum için uğraşmak da istemedim. "ders saati dışında öğrencilerin dersliklere girmesinin yasak olduğunu biliyorsun. başın belaya girebilir. doğru yatakhaneye." ciddi bir ses tonuyla onu uyardım ve yatakhaneye gittik. yattığından emin olduktan sonra birkaç öğrencinin açılmış üstünü örttükten sonra yatağıma dönüp uykuya daldım.

-

tarih: 15 şubat 1949

buranın çocuklarıyla ilgilendiğini öğrendiğim dervaux adlı psikiyatrist ziyarete geldi. hediyesini de eksik etmemişti.

"bu çocuğu st. féréol rehabilitasyon merkezinden eğitim ve çevreye adapte olması için getirdik." doktor dervaux konuşurken koltukta sert bakışlarla bizi inceleyen çocuğun başını okşadı. "derdini anlatacak kadar konuşuyor. okuma ve yazmayı kategorisindekilerden daha hızlı söktü. girişken bir sapık kendisi."

müdür başını yukarı aşağı salladı. "ilginç..." o sırada seokjin anlamayan bakışlarla sordu. "peki bu ne anlama geliyor, müdür bey?" müdür açıklamaya başlamadan doktor dervaux konuşmaya devam etti. "saldırgan eğilimler gösteriyor yani. ve hepsinden önemlisi, mitomanyak. patolojik yalancı da diyebiliriz. buranın disiplinli ve seçkin eğitimi taehyung'ın entegrasyonu konusunda işe yarayağını umuyoruz."

müdür gülümseyerek ayağa kalktı. "yardımcı olmaktan mutluluk duyarız." müdür, doktor dervaux'un yanına giderken biz de seokjin ile taehyung adlı çocuğun yanına gittik."bay kim ve bay min, size emanettir. öğle yemeğine kalacak mısınız doktor bey?" doktor memnun bir ifadeyle "elbette" dedikten sonra çocuğu alıp götürürken müdür fısıldadı. "etki-tepki."

-

seokjin dersliklere giden koridorda bizden ayrıldıktan sonra taehyung koridorda duran masaya oturdu ve ağzına bir sigara yerleştirdi. çakmak için çantasını karıştırırken kollarımı göğsümde birleştirip soğuk ve ciddi ifademi takındım. otoritemi konuşturmam gerekiyordu. "sigara içmek yasak." taehyung çantasını bıraktı ve ağzındaki sigara ile masadan inip bana doğru yaklaştı. "yumruğumun izi beyaz teninde ne kadar kalır?"

ifademi ve duruşumu bozmadan karşılık verdim. "uslu dursan iyi olur. başına gelecek olanlardan sen sorumlu olursun."

gülümsedi ve sigarasını içine çekti. "peki, mümessil." ardından dumanını yüzüme üfledi. sigarasını attı ve sınıfa geçtik. başlamadan önce sesini kontrol etmem gerekti. yanıma çağırdım. "bildiğin şarkı var mı?"

yarım ağızla gülümsedi ve "sevmezsin." dedi. bendeki salaklık ya, anlamadım ve ciddi ciddi merak edip söylemesini istedim.

"içtim şarabı, siktim arabı, giydim kazağı, diktim yarağı"

duyduğum ahlaksız şarkıdan hallice doğaçlamanın ardından yükselen kıkırtılar karşısında tabiri caizse göt olmamak -ki çoktan oldum- sinirle derin bir nefes alıp sakinliğimi korudum. "yeterli." dediğimi takmadan devam ettiği için sesimi yükseltmek zorunda kaldım. "yeterli dedim!"

sırıtarak "sevmezsin demiştim." dedi. ciddiyetimi ve sakinliğimi korumaya çalışıyordum hâlâ. "fena değil. sesin bariton."

dediğimin ne anlama geldiğini bilmediği için üzerime yürüdü. "sesim ne dedin?"

göz devirdim. "bariton dedim. hakaret değil. kalın seslisin demek."

taehyung, yükselen kıkırtılara dayanamayıp aniden arkasına döndü. "gülmeye devam eden yumruğumun tadına bakacak." o, bunu dediği anda kapıdan seokjin'in sesi duyuldu. "ilk tabağı ben alayım o zaman." ardından güldü. taehyung bu uzun boylu ve geniş omuzlu adama bir şey yapamayacağı için lafını yutup sinirli sinirli bakmakla yetindi ve yerine döndü. seokjin'in bir eli jeongguk'un, diğer eli de jimin'in başındaydı. "jeongguk'un cezası bitti. artık senindir. bunu da dış kapının önünde unutmuşsun."

seokjin çıkarken jimin hızlı adımlarla bana doğru geldi. onu yakaladığım gibi kaldırıp masaya oturttum. "bugün cumartesi değil ki." önüne düşmüş saçlarını düzelttikten sonra arkama döndüm ve konuşmaya başladım. "ailesine mektum yazacaklar bu ay ziyaretlerin 3. ve 4. perşembe olacağını belirtsin..."

diğer öğrenciler çalışma için sıraların önünde ayakta iken aldırmadan gidip yerine oturan jeongguk dikkatimi dağıttı. "jeongguk! neden dinlemiyorsun? ne dedim az önce!?" aldırmadı ve "bilmem" diyerek camdan dışarı baktı. "diyorum ki ziyaretler bu ay 3. ve 4. perşembe. babana mektubunda belirt. cezalılara da ziyaretçi kabul edilmeyecek. anlaşıldı mı?"

hemen arkasında oturan taehyung seslendi. "babasını o'ndan çok sen görmek istiyor gibisin."

dediğini duyan jeongguk sinirle arkasına döndü. olay çıkmaması için jeongguk'u omzundan sertçe tuttum ve taehyung'a bağırdım. "TERBİYENİ TAKIN!"

oluşan sessizlikten sonra jeongguk'a döndüm ve konuştum. "benden sonra tekrar et. do~" bana dik dik baktı sadece. ben de devam ettim. "geldiğin yere geri mi göndereyim seni? hadi tekrar et. do~ re~ mi~ fa~ sol~" suratıma dik dik bakmaya devam etti ve dilini çıkarttı. derin bir nefes aldım. "bu kabalık sana yakışmıyor. hepimiz taehyung gibi olamayız."

suyun dibi, 1949 | btsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin