when is a monster not a monster? oh, when you love it. [✓]

1.4K 94 194
                                    

selam. eğer etik çerçevesinde ve sağlıklı bir ilişki okumak düşüncesiyle buradaysanız bu beklentinizi karşılayacak bir fikte olmadığınızı belirtmek isterim. bu kurgu noncon ilişki, şiddet, yaralama, alıkoyma gibi unsurlar içermektedir!!!

***

Omega.

Minho bu kelimenin kulaklarına çalınan ilk fısıltısını hatırlıyordu. Elinde kuru bir ekmek, küçük suratı annesinin kalın atkısına bürünmüş ve oradan oraya savruluyorken kıyamet kadar zalim bir kış sabahında, ormanın soğuk nehri kıyısında gördüğü o sarı gözleri anımsıyordu.

"Çok uzaklaşma!" diye seslenmişti annesi, kara toprağın üzerine örtünmüş kahve yapraklar arasında bulduğu uzun bir dalı savurarak nehrin kıyısında koşturuyordu Minho. Küçük ayakları çamurlara bata çıka, düğme burnu kıpkırmızı ve cılız solukları dudaklarında gri bir sis bulutu, Minho ise çocuk düşlerinde alfa bir avcı, soğuk suyun kenarında dönüp duruyordu.

Bir kılıç edasıyla kaldırdığı dalı gövdesi yosun tutmuş ağaçlardan birine doğru savurdu, yeşil yosunlar parçalandı ve tıpkı kafasını ezdiği böcekler gibi dört bir yana saçıldı. Güldü Minho, "Seni yakaladım." diye keyifle kıkırdadı.

"Ben alfa kabilesinin bir numaralı avcısı, Lee Minho!"

Tiz sesi ormanın kuytu derinliğine doğru usul usul akan suların hışırtısı üstüne örtündü, yankılandı ve büyüdü. Dalında tünemiş kuşlar uçuştu ve sonra Minho, daha da hızlı koşturarak sık ağaçlara doğru savurdu ince dalı. Bu kudretli silahından sıçrayan yosunlara ve yer yer toprağa bulanmıştı ufak suratı. Siyah ayakkabılarıysa artık neredeyse ezdiği çamurun pis rengine boyanmış, eski püskü pantolonu da bütün bu çamurdan nasibini almış... Bu acımasız ve de tükenmiş dünyada bir çocuk ne kadar çocuk olabilirse, o kadar pasaklı ve de umarsızdı.

Koşuyor, bağırıp çağırıyor, küçük dalını dinlediği o masalsı hikayelerde anlatılan alfa avcılardan biriymişçesine silahı bellemiş, önüne gelen ağaca sallayarak kendi kendine eğleniyordu ki; derin ormanı yarıp gümüş iplikler misali akan nehrin biriktiği ufak göle ulaşınca kesildi hevesli koşturmacası.

Gözlerini iri iri açarak döndü etrafında. Uzun, incecik dalları yaklaşan kışın gazabıyla çırılçıplak kalmış sığla ağaçlarının orta yerinde "Anne?" diye ürkekçe seslendi. Soluk kış güneşi ufak suratını yalıyor ve kaybolduğuna dair amansız bir korku küçük yüreğini attırıyorken, cılız suyun aheste aheste döküldüğü göle doğru adımladı.

Nehrin şırıltısı ve vakur meltemlerin dallarda ezilip bir fısıltıya dönüşen gürleyişi, içini bürüyen korkak telaşını katladıkça katladı. Minho ise bütün bu hışırtı silsilesi içinden sıyrılıp kulaklarına düşen o hırıltılı nefese, göğsüne çalınan tazecik papatyalara doğru amansız bir merakla sürükleniyordu.

Bir adım, iki adım ve üç adım, soğuk güzün bağrında bir bahar sabahı gibi çağlayan o uçsuz bucaksız kokuya doğru ilerledi. Sonra kahve gözleri ucunda, dökülmüş kuru yapraklarla kaplı yeşil gölün kıyısı belirdi. Papatyalarla dolu bir bahçe, pembe şakayıklarla süslü çiçek yatakları bulmayı uman bakışları, suyun kenarına devrilmiş ve kızıl bir kan gölü ortasında acı acı inildeyen çelimsiz kurdu buldu sadece.

Boz rengi kürkü yer yer kanla boyanmış, kehribar sarısı gözleriyse bu sefil ölümünün beklenmedik seyircisini kıskıvrak yakalamış, göle uzanan eğimli toprağın ucunda öylece dikilen ufak bedene karşı var gücüyle hırıldayarak kıvrandı yerinde.

Minho, göğsüne ilmek ilmek işlenip patlayan korkusuna kapılarak tiz bir çığlık attı. Küçük ayakları battığı yumuşak toprakta yalpalayarak süründü ve meraklı aklında yalnız kaçmak, annesini bulana dek durmaksızın koşmak gibi bir düşünceyle döndü geriye. Fakat ne var ki, attığı ilk adımda koskoca bir karanlığa büründü her şey.

i'm on the run with you my sweet love | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin