Bölüm 6

101 13 26
                                    

Saat 18.00. Minho gitti, fakat yarışmacı dışı kimse giremiyor. Ben gidemedim. Evde kalbimin çarpıntısını hissederek o 1 saatin geçmesini bekliyorum.

Güney Kore'nin diğer ucunda, en boş ve en güvensiz yerinde ne işleri var? Yarış pisti yok! Ne kadar saçma. Minho sanki cahil gibi davranıyor, halbuki okuyor da.

Ahh, her neyse. O 1 saat su gibi akıp geçiyor. Ben ise evde dolanyorum. Sanki panik atak geçiriyor gibi...

Minho'nun odasını dolaşmaya başladım. Odasındaki herşey mükemmeldi. Tabii kendi de öyle.

Of, şuan sırası değil. Fakat... Minho'nun yatağının üstünde birşey var? Bir kağıt!

Hayır! Bu o telefonumuz olmadığı için yaptığımız kağıt! Yanına almadıysa... ona birşey olursa... nasıl bulacaklar beni! Ne olacak! Ne yapacağım!

Tek çarem vardı, o alana gitmek. Evet yarışmacı dışı almıyorlar ama zorla gireceğim. Hemen kağıdı cebime attım ve yola koyuldum. Gitmek için 5 vesait gerekiyordu, sanki derdim yok gibi 5 araba çekeceğim. Otobüse, tramvaya derken en sonunda gelmiştik.

Hemen indim, alana doğru koşmaya başladım. Saat 19.54 olmuştu. Yarış devam ediyordu hala. Gerçi adresi nereden bileceğim şimdi! Gidip birilerine sordum.

"Pardon! Bakar mısınız? Araba yarışının olduğu yer nerede?"

"En yakın yer şöyle siz düz gidin sağa dönün oyuncak dükkanının arka kıs-"

"Teşekkürler!"

Koşmaya başladım. Sanki çölde, bir hafta susuz kaldım ve yaşıyorum, su arıyorum gibi... gerçi insan o zaman halsiz düşer değil mi? Ben gidene kadar koştum. En sonunda o dükkanın arka tarafına ulaştım.

–Land Car Race-

Evet. O tabelayı gördüm. Tabelanın gösterdiği yöne doğru  ilerledim. Biraz daha düz gidince kapısına geliyordum.

Ve en sonunda vardım. Dışarıdan gizlice kapı aralığından baktım. Güvenlik vs. yoktu.

Yarış devam ediyordu. Fakat son hızla, son model arabalarla...

Minho neredeydi? Onu ararken gözüm bir yere kaydı. Ve aniden, iki araba çarpıştı!...

Hemen içeri girdim. Kimseyi umursamadım. Zorla, daldım. Fakat beni diri diri gömmelerinden daha korkunç bir görüntü vardı.

Kanlar içinde yerde yatan tanımadığım biri ve...

Minho...

O zaman anladım hislerimin beni yanıltmadığını. Ama hiçbirşey düşünemedim. Sadece dondum.

Ne yapabilirdi ki insan, hayatındaki tek insanı kaybettikten sonra?

"Ne oluyor!"

"Hayır!"

"Aah!"

Herkesi dinledim. Ama son cümleyi duyana kadar;  "Nabzı atmıyor."

Devamını hatırlamıyordum. Ne oldu, ne bitti...

Hastanede açtım gözlerimi bir anda.

"MİNHO! MİNHO NEREDE! KALDIRIN BENİ BURADAN! MİNHO! MİNHO!!!"

Israrlı bir şekilde bağırırken gözyaşlarım dökülüyordu. Doktorların hiçbiri bana müdahale edemedi.

"MİNHO'YU GETİRİN BURAYA!"

İçeri giren biri vardı. Doktor değildi.

"Merhaba, siz orada bayılınca bu kağıdı düşürdünüz. Onun arkadaşısınız sanırım, böyle söylemek istemezdim ama... o... Onu kaybettik..."

Kahkaha attım.

"Şakan komik değil, şimdi beni onun yanına götür."

"Maalesef... şaka değil..."

Biraz donduktan sonra titreyerek kalktım. Fakat umursamadan odadan çıktım.

Önümden geçiyordu, Lee Minho'nun cansız bedeninin yattığı sedye.

"Minho?"

"Yakını mısınız? Lütfen uzak durun..."

"Ama zaten ö-öldü ki. Neden uzak durayım?..."

Evet. Minho gerçekten artık yoktu. Çok yakın bir zamanda cenazesi de olmuştu.

O artık mezardaydı, yanımda değil.

Asla aklımdan çıkmadı. Bugün onu her zamanki gibi yine ziyarete gitmiştim.

Mezarının yanına gidip çiçek bıraktım. Elim titriyordu. Ve fısıldamaya başladım...

"Hey, uyan artık. Sana anlatacak çok şeyim var."


Nasıl buldunuz?
Bu arada bir ayrıntı var, fark eden olur mu?
Yazarken ağladım :((

Uyan artık | 2minHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin