9 Şubat 2008 :
"Tamamdır, efendim."
Parktayız. Hava günlük güneşlik. Şubat ayı soğuk olur diye biliyorum fakat bugün çokta soğuk değil. Normalde soğuk oluyor. Mesela dün çok soğuktu. Hatta o kadar soğuktu ki babam üşümeye alışayım diye karlara sadece iç çamaşırlarımla bırakmıştı beni. "Soğuğa alış. Her zaman biz yanında olamayacağız. Seni böyle karlara attıklarında soğuktan donup ölme bari. Alışasın diye tutuyorum seni böyle." demişti. İyi de, 'beni birileri neden karda tutmak istesin ki?' diye düşünmüştüm ama babam sinirli olduğu için sormaya cesaret edememiştim. Sesimi çıkarmadan saatlerce o şekilde kaldım karların içinde. Güçlendiğimi hissettim. 9 yaşından bir anda 20 yaşına geldim sanki.
Parka baktım. Rengarenk, oynayabileceğim devasa büyüklükte cisimler var burada. Zincirli ipleri olan, sallanılan bir şey var. Onun ismi salıncakmış. Babam öğretti bana. Şuradaki, büyük çubuğun ortasında, yerde bir şey duruyor. Çocuklar o uzun çubuğun iki tarafına oturunca yukarı aşağı sallanıyorlar. Ona ise tahteravalli deniyormuş. Fakat şu kaydığımız, en büyük cismin ismini halen öğrenemedim. Oysaki merdivenleriyle, terasıyla en büyük cisim o gibi duruyor. Hep en büyük şeyler daha değerli değil midir? Mesela bizim ailedeki en büyük kişi babam. O yüzden en değerlimiz o. Herkes onun dediklerini yapar. Onun koyduğu kurallara uyar. Aksi takdirde babam kemerini çıkarıp döver. Ama hepte kemeriyle dövmez. Bazen elleriyle döver. En azından kemer daha çok acıttığı için eliyle dövdüğü zamanlar daha şanslı hissediyorum. O zamanlarda, yani eliyle dövdüğü zamanlarda beni seviyormuş ve bana kıyamıyormuş gibime geliyor. Kısacası, her zaman büyük şeyler daha değerli ve önemli oluyor. Fakat parklarda neden bu kural geçerli değil acaba. Bu büyük şeyin ismini babam bile bilmiyor. Büyük şeylerin ismi bilinmez mi? Ne olabilir ki acaba. Bu plastik şeylere ne deniyor? Oyuncak? Bence değil. Oyuncaklar küçük olmaz mı? Bunlar çok büyük. Bebek? Bebeklerin saçları, gözleri olur. Hepte kızları onlarla oynarken görürüm. Ama bunların hem gözleri, saçları yok, hemde erkeklerde oynuyorlar. Araba? Arabaların tekerlekleri var ve erkekler oynar. Fakat bu cismin ne tekerleri var ne de sadece erkekler oynuyor.
Madem bu şeyin ismi yok, ben bulabilirim. Birazcık düşünüyorum. Aklıma bir şey gelmiyor.
Anneme bakıyorum, telefonda konuşuyor. Soluk soluğa, yine kızarmış. Konuştuğu kişi babam olmalı. Çünkü babama 'efendim' şeklinde hitap eder. Büyük şeyler değerlidir ve büyük şeylere 'efendim' demek zorundaymışız, babam öyle söyledi. Büyük şeylere itaat edilmesi gerekirmiş ve onlara 'efendim' denmeliymiş. Babam da çok büyük olduğunu iddia eder. O yüzden ona 'efendim' dememizi ister.
Madem büyük şeylere 'efendim' denir, bu büyük cismin adı da efendim olsa. Bence uyumlu oldu.
Efendimin merdivenlerine bakıyorum, benim gibi bir kız merdivenlerden tırmanıyor. Hemen yanında, efendimin başucunda büyük bir kadın var. Eğilmiş, efendimin ucuyla aynı hizaya gelmiş. Küçük kız merdivenlerden temkinli bir şekilde çıkıyor, çıkıyor ve çıkıyor. Sonunda çıktı. Ayağa kalkıyor ve efendimin ucundaki kadına bakıyor. Kadın gülümsüyor, kız gülümsüyor. Kadın kollarını açtı, gülümseyerek küçük kızı bekliyor efendimin ucunda. Kız, kadından aldığı güvenden olsa gerek, hızla oturuyor efendime ve kahkahaları eşliğinde uzun bir yolculuğa çıkıyor. Birkaç kıvrımdan geçiyor ve sonunda efendimin sonuna ulaşıyor. Genç kadın yüzündeki gülümsemeyi silmeden kızını kucaklıyor ve kolları arasına sarıp yukarı kaldırıyor. Birlikte kahkahalar atarak ilerliyorlar.
Yüzümü yeniden anneme çeviriyorum. Hâlâ telefonda konuşuyor. Hiçbir sakinleşme olmamış, aksine kıpkırmızı olmuştu ve elleri titriyordu. "Tamam, efendim. Anladım efendim. Evet, efendim." aynı cümleleri sayıklayıp durmasına rağmen karşıdan gelen babamın sesi bir hayli yüksekti. Ve zaman geçtikçe daha da yükseliyordu. Hâlbuki annem n'apıyordu ki? Babamı kızdıracak herhangi bir şey yapmıyor gibiydi. Bir gün anneme sormuştum, "Anne, babam neden sana sürekli bağırıyor?" Annemin gözünde acı peyda olmuştu fakat çok kısa sürmüştü. "Babanın normal ses tonu öyle kızım. Bilerek bağırmıyor." Yalan söylemişti. Annemin sesi titremişti, bu yalan söylediği anlamına geliyordu. Ama söylediyse bile annem yalan söyledi diye sorgulamamıştım. Yalan bile söylediyse bir bildiği vardır sanmıştım.
Annem tir tir titriyordu. Uzun ve gürültülü konuşmaları ardından annem telefonu kapattığında ayakta durmakta zorlanıyor gibiydi. Hemen arkasındaki banka kendini bıraktı. Telaşla yanına gittim, "Anne, neyin var?"
Annem başta duymadı, sayıklıyordu. Fısıltıyla bir şeyler sayıklıyordu. Ne dediğini anlayamıyordum. Hafifçe omzuna dokundum, "Anne?"
Annem âniden titrek şekilde başını kaldırdı ve gözlerini gözlerime dikti. Vücudu gibi gözbebekleri de titriyordu. Nolmuştu da annem bu hâle gelmişti?
Birkaç saniye öylece gözlerime baktı. En derinlerine kadar baktı. O bakışların içime işlediğini hissettim. Baktı, sanki son kez bakıyormuş gibi, öylesine derin, öylesine içli, öylesine sessiz ve öylesine acılı.
Çevik bir hareketle kollarını belime doladı, sımsıkı sarıldı. Öyle sıktı ki kemiklerimin ezildiğini hissettim. Birkaç dakika kadar yalnızca nefes alış verişinden olsa gerek karın bölgesi inip kalktı, onun dışında hareket dahi etmedi. Boynumda nefeslerini hissediyordum.
"Kızım, canım kızım. Can kızım. Şimdi, beni dinle." Güçlükle konuşuyor gibime gelmişti. Sanki tehditlerle konuşturuluyordu. Nefesi taşıyor gibiydi.
Kollarını asla bırakmak istemiyormuşçasına bıraktı ve elveda edercesine, sanki arkasından büyük bir mıknatıs onu zorla çekiyormuş gibi geriye çekildi. Elleriyle kollarımı sımsıkı tuttu, güç vermek ister gibi sıktı. Gözlerinde aynanda kaç duygu belirdi, sayamadım bile. En baskın olanı acıydı.
"Biliyorum, yaşın böyle şeyleri bilmek için çok küçük. Fakat ailen kaderini belirler. Bunun büyük suçlularından birisi benim kızım. Babanla evlenmesem bunları yaşamak zorunda kalmayacaktın belki de." Sol gözünden bir yaş yavaşça aşağıya süzüldü. "Seni, bu hayatı yaşamaya ben mahkum bıraktım. Çok özür dilerim. Çok ama çok özür dilerim." Sağ gözünden de bir yaş akacakken engellemek istedim. Annem üzülsün istemedim. Yaş süzülmeden elimle yakaladım ve kaybolmasını sağladım. Annemin göz yaşı elime geçti ve acılarımız ortak oldu. Elime baktım kısa bir süre, nemlenmişti. Annemin göz yaşıyla nemlenmişti. Yeniden anneme çevirdim bakışlarımı. Gözlerini okudum hızla. Merhamet vardı. Merhamet ve acı.
"Baban senin de kendisi gibi katil olmanı istiyor kızım. Bu çok canice bir istek fakat baban fazla bencil ve egosunu tatmin etmek isteyen bir insan. Onun soyunu türet ve bu döngü devam etsin istiyor. Şimdi seni almaya gelecekler ve bir araziye gideceksiniz. O arazide bir sürü silahlı adam olacak. Sakın korkma kızım, sakın korkma. Baban denen herif eline bir silah verecek. O bir oyuncak silah olacak. Kesinlikle korkmak yok. Tek yapman gereken o oyuncak silahla herhangi bir adama ateş etmen. O silahın içinden su çıkacak ve adam ıslanacak. Sadece adama ateş etmen yeterli. Yapabilirsin, değil mi güzel kızım?" Saçlarımı okşamaya başlamıştı, sesi öyle çok titriyordu ki üşüyor diye düşündüm. Üşüyordur, umarım üşüdüğü için sesi bu kadar titriyordur diye düşündüm çünkü yapacağım şey vahşice bir şey olmasa annemin bu denli titremeyeceğini veya korkmayacağını biliyordum.
Fakat bu da yalandı. Annem çok korkuyordu. O bir oyuncak silah olsa annem bu kadar korkmazdı, biliyordum.
Fakat daha fazla korksun istemedim ve bu yalana ayak uydurdum, "Tamam anne. Yapacağım."
.
.
.
.
.Selamlar!
Parla'ya ara verdiğimden beri sıkıntıdan ne yapacağımı şaşırdığım için yeni bir kitaba başlayayım dedim.
Umarım beğenirsiniz.
Bölümlerin düzenli geleceğini sanmam sıkıldıkça yazıyorum.
1055 kelime...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çömlek Kız
Teen FictionBir çömlek yapmak istiyorsanız çamur henüz kurumamışken elinizi çabuk tutmanız gerekir çünkü kuruyan çamura şekil veremezsiniz; bunu yapmaya çalışırsanız çamur, elinizde dağılır, ufalanır. Küçük yaşlarında şiddeti öğrenen ve bu durumun mantığa sığma...