iyiler onun, kötüler benimdi.

105 103 7
                                    

yine klasik uyarım, yanlışım varsa satır başına (hata) bırakırsanız sevinirim.

iyi seyirler, keyifli okumalar.

•••

pazar günü.

önümde sadece ince ve suya değdiği an teniyle bütünleşecek beyaz ilk çamaşırıyla duran Park Jimin.. önüne kavuşturduğu elleri es geçemeyeceğim. arkasında ise ıssız koyları andıran bir göl. yemyeşil su, Jimin'in bataklıklardan topladığı lotuslarla rengarenkti. yanımda getirdiğim sepete bakınıyordu güzel oğlan. manolya esansını getirip getirmediğimi kontrol etmeye çalıştığı su götürülmez bir gerçekti. bunu bilerek cebimde taşıdığım minik kahverengi şişeyi çıkartıp, gözleri önünde hafifçe salladım.

güldü.

öpesim geldi.

anladı ve bir iki adım attı bana.

onun ayakları gibi çıplak olan ayaklarımın üstüne basıp, parmak uçlarında yükseldi. bu tatlı hareketi heyecanlandırdı beni. dudağıma ulaşmaya çalışırken burnuma sürtündü dudakları.. dudaklarını bile koklamak istedim, tanrım da şahidim. o da bunu anlar gibi gözlerini yumdu. burnumun üstüne, oradan filtrumuma ve oradan da dudaklarıma değdi dolgun dudakları. çenemi öpecekken bir buseyle doyamadığımı fark ettim ve çenemi öpemeden derin bir öpücüğün içine çektim alt dudağını.

ben her ne kadar narince öpmeye çalışırsam o da bir o kadar şiddetle karşılık veriyordu..

evin arkasında olduğumuzu bir ben hatırlamış olmalıyım ki, ayrılmamıza sebep oldum. anında dudakları büzülüp, geri çekildi. ağırlığını aldı üzerimden ve bu biraz buruk hissettirdi. bebekler gibi onu taşımayı seviyordum, onu yıkamayı, yemeğini yedirmeyi? gerçi onunla yapacağım ve yapabileceğim her şey muazzamdı. mesela şu an? kolları göğsünde birbirine kavuşmuş, büzülmüş dudaklar ve dolu gözlerle bana bakarken tanrı aşkına ne diyebilirim ki? lütuf muydu, yoksa idam fermanım mı kesinlikle tartışılırdı.

daha fazla onu o halde bekletmeye kıyamadım, minik bedenini kucakladığım gibi lotuslu göle adımlamaya başladım. şikayetçi değildi, bunu boynuma gömülen yüzünden anlıyordum. tenimi minik minik öpüp emiyordu.. derin derin içine çektiği kokumu da belirtmesem sanırım hatırım kalırdı. bacakları iki ileri, bir geri usul usul sallanırken ben adım adım göle girdim. belime kadar yükselen suyla beraber yavaşça tatlı suya soktum minik bedenini. titredi, boynuma daha da sıkı dolandı kolları. kurtulmaya çalışırken az biraz çizdi ensemi.. mühim değildi. acısı veya izi. Jimin varken canım da mühim değildi.. bedenim zaten son damlama dek onundu.

suya alışmasıyla beraber ensemi rahat bırakıp, sulara teslim etmişti kendini. kolları iki yanında göle uzanmış, bacaları da tatlı suya salınmıştı. gözleri kapalı, suyun tadını çıkartıyordu. suyun kaldırma kuvvetiyle beraber sol kolumla beli ve kalçasına destek verirken, sağ elimle de cebimdeki şişeyi çıkarttım. kapağını ağzımla açmaya çalıştığım esnada kıkırtısını duydum miniğin. doğrulup, belime bacaklarını dolayıp kucağımda yerini aldı. anında belini sarıp sarmaladım. yanağıma sulu ve uzun bir buse kondurduktan sonra ağzım ve elimin arasında sıkışan kahverengi küçük şişeyi dişlerimin azabından kurtarmış, kendi gibi minik parmaklarıyla açıp geri bana verdi.

"geçen.. geçen pazar yaptığın gibi temizler misin beni?" neyi kastettiğini çok iyi biliyordum. -ama bilmezlikten geldim. bunu söylerken utanmıyorsa, açık konuşurken de utanmamasını istedim. gerçi, her hâliyle kabûlümdü. utansa ayrı tatlı, açık sözlü olsa ayrı çekici oluyordu. Park Jimin sanıldığı kadar basit bir çocuk değildi ve sanıldığının aksine, masum hiç mi hiç değildi. gündüzleri ölü çiçekleri toplayıp bahçenin bir köşesine oturur saatlerce onlardan taç yapardı, gelenin geçenin ağzına pay olurdu. geceleri ise kollarımın arasında bir tek bana açan nadide çiçeğim duyduğu her bir sözün inadına daha da çok bağlanırdı bana.

couronne morte.                                  ─vminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin