1. Mavi Başlıklı Kız İle Beyaz Kurt Rapsodisi

220 20 73
                                    


"Oh olamaz. Hiç yaprak kalmamış" diye hayıflandım kavanozda bir şey olmadığını görünce.

Halbuki evi güzelce temizledikten sonra bitki çayı içmeye bayılırdım.

"Demek küçük bir orman turu zamanı Jennie" diye konuştum kendi kendime.

İnsanın konuşacak kimsesi olmayınca böyle oluyor. Hele ki konuşkan bir insansanız daha bir çekilmez hale geliyor. Neyse varsın çekilmez olsun. Yalnız yaşamımın tek eksisi bu çünkü.

Ormanı gezmeye her çıkışımda giydiğim mavi bahçıvan tulumunu giyip hasır sepetimi aldım. Son olarak termosuma su koydum.

Çizmelerimi de giyince 1 aylık çay stoğum için malzeme toplamaya hazırdım.

Bildik yollardan geçip mekanıma varana kadar kendi kendime şarkı söyledim. Ancak içimde garip bir his vardı.

Ormanın bir özelliği olmalıydı. Ne zaman yürüyüşe çıksam hep biri beni takip ediyor hissine kapılırdım. Ama bir türlü alışamamıştım.

Tedirgin ama neşemden taviz vermeyerek yanından geçtiğim ağaçlardan meyve koparıp ve çay yapabileceğim her otu ve yaprağı sepetime atıyordum.

"Oley be, ne zamandan beri ahududu reçeli yapmak istiyordum. Şansa bak!"

Ahududu toplamaya başlarken attığım heyecan çığlığı ormanda yankılandı.

Dakikalar sonra sepetim neredeyse ağzına kadar dolmuştu. Ahududular, annemden öğrendiğim şifalı bitkiler, kökler ve yapraklar...

Uzun bir süre evime kapanabilirdim artık.

Tulumun şapkasını kafama geçirip ormandaki babaannesine kurabiye götüren kırmızı başlıklı kız gibi sepetimi sallaya sallaya evime geri dönmeye koyuldum.

"Şimdi bir kurtla karşılaşsam ne komik olurdu ama-"

Duyduğum kurt ulumalarıyla olduğum yerde donakaldım. Açmıştım işte şom ağzımı ne olacaktı.

Yıllardır bu ormanda kalıyordum ama ilk defa kurt ulumasını bu kadar net duymuştum. Evimdeyken çoğu zaman kesik kesik duyardım.

Disney prensesi olma dürtüm galip gelir ve neşelenirdim. Hepsi ile dost olup onlarla konuşabileceğimi düşünürdüm.

Ama şuan oldukça korkmuştum. Aslında koşa koşa evime dönmek istiyordum. Ama merakım hep başıma bela açmıştır.

Sesin geldiği yöne doğru olabildiğince az ses çıkararak yürüdüm. Elbette kokumu alabilirlerdi ama o an bunu pek düşünememiştim açıkcası.

Saklandığım ağacın arkasından kafamı eğip yerde kanlar içinde yatan bir kurdun başına dikilmiş onlarca kocaman kurt görmüştüm. Kurtlar bu kadar nüyükler miydi? Belgesellere de güven olmazmış.

Diğerlerinden daha koyu renkli ve daha büyük olan kurt yerde yatan kurda resmen küçümser gözlerle bakıyordu. Sen bir hayvansın kendine gel, sen küçümseyemezsin.

Ben hayretler içinde izlerken lider olduğunu düşündüğüm kurt yerdeki kurdun üstüne basarak ilerlemeye başladı. Diğerleri de onu takip ettiler.

Bir süre sonra sadece yerde kanlar içinde yatan beyaz kurt kalmıştı. Rengi o kadar güzeldi ki!

Ama uzaktan gördüğüm kadarıyla çok derin nefesler alıyordu. Ölmek üzereydi muhtemelen.

Nereden geldiğini bilmediğim bir cesaretle ağacın arkasından çıktım.

Temkinli ama hızlı adımlarla yerde yatan kurdun yanına gittim.

Göğsünde kocaman pençe izleri vardı. Hırıltılı nefesi korkunç gelse de besbelli ki bana zarar verebilecek güçte değildi.

Ve nedense yaralı olmasa bile bana zarar vermeyecek gibi hissetmiştim.

Yanına varınca beni hiç fark etmemiş gibi derin nefesler almaya devam etti. Zavallı öldü ölecekti. Gözlerini bile açamıyordu.

Yanına çömeldim. İlk başta korkuyla ama gittikçe artan bir güvenle elimi başına doğru uzattım bu kocaman kurdun.

Elim yumuşacık ama kana bulanmış bembeyaz tüylerine değince gözlerini araladı hafifçe.

"Aman tanrım!"

Gözleri... Masmavi ve pasparlaktı..

Beni şöyle bir süzünce onu kurtarabileceğime dair bir umut doğdu içimde.

Elimle burnuna kadar okşadım kafasını ve hemen yanıbaşımda bulunan sepetimden yıllar önce annemin yaralanan hayvanlarımız için hazırladığı kremden yapmak üzere demin topladığım birkaç otu çıkardım.

Etrafıma bakınarak kap olarak kullanabileceğim bir şey aradım ve gözüme takılan ağaç kabuğunu önüme çektim, otları parçaladım, üzerlerine termosumdaki sudan biraz döktüm.

Ağaç dalıyla ezdiğim karışım vıcık vıcık bir krem halini alınca beyaz kurdun önüne eğilip yarasına göz attım.

Bu acıtacaktı muhtemelen. Ama bana zarar vereceği düşüncesini umursamadan karışımı yavaşça yarasına döktüm.

Gözlerini açmadı fakat hırıltılı nefesi daha da arttı.

Yine cesaretle ağzına doğru biraz su döktüm. Suyu hissedince gözlerini açtı ve bana baktı yine. Mavi gözlerinin feri sönmek üzereydi.

Açtığı ağzına suyu dökmeye devam ettim. Uyanacağına ilişkin umudum kabarmıştı.

Su bitince elimi tekrardan kafasına attım. Yumuşacık tüylerini okşamaya devam ettim.

"İyileşeceksin değil mi?"

Ben kafasını okşarken burnunu hafifçe uzatıp bileğimi kokladı.

"Seni burada bırakamam ama taşıyamayacağım kadar büyüksün. Ne yapsak ki?"

Aslında evime çok uzak değildi. Ama dediğim gibi normal boyutlarda olduğu da söylenemezdi.

"Buldum! Burada beni bekle hemen geleceğim"

Onu orada bırakıp koşarak evime döndüm. Niyetim çadırımı ve birkaç battaniyemi alarak kurdun yanına dönmekti.

Ancak çadırım ve battaniyelerle soluk soluğa kurdun yanına vardığımda orada olmadığını gördüm.

"Bu yaralı halinle nereye gittin?"

Yarası oldukça derindi. Yürüyebileceğini düşünmüyordum bu yüzden yerdeki kan izleirni takip etmeye başladım.

İzler tahmin ettiğim gibi çok uzaklaşmamıştı. Bulunduğumuz yerden sadece 60 metre ötede bir ağacın önüne kadar uzanıyordu.

"Buldum seni yaramaz şey"

Ancak ağacın arkasında gördüğüm şey ile duraksadım. Bir adam vardı orada! Beyaz saçlı bir adam hem de.

Bu sefer korkarak adımladım ağacın arkasına.

Gördüğüm şeyle yerimde kalakaldım..


















Selam herkes!

İlk kurgumla karşınızdayım. Çok eksik olabilir. Acemiliğime verin. Mazur görün.

Taennie aşkım ve fantastik sevdam birleşince ortaya böyle bir şey çıktı. Beğendiğinizi umuyorum.

İyi veya kötü her eleştiriye açığım. Kurgumu ve yazımı daha iyi hale getirmek açısından yorumlarınızı esirgemezseniz çok sevinirim.

Sonraki bölümle kadar hoşçakalın.

Oy vermeyi unutmayın ᥫ᭡













Dancing in the Moonlight, TaennieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin